2.Bölüm

1K 25 0
                                    

“Evet, senden başka şapşal var mı burada!”  İçimin özgüven depo eden benliği bana takviye yapmaya başlamıştı. Şuan da çok ihtiyacım olduğunu fark edip ona sessiz teşekkür yolladım.

“İki oldu küçük hanım! Her şeyin bir cezası vardır. Bunu unutma!” Bilmiş edasıyla bana göz kırparken tüm dikkatimi ona yoğunlaştırmıştım.

“Nesin sen, buranın dedesi mi?” dedim ukalaca. “Neredeyim dedim duymadın sanırım.”

“Eski sanayi bölgesi.”

“Eski sanayi… Eski sanayi bölgesi, orası neresi, Hey Allah’ım!” diye mırıldanırken o arkasını dönmüş benden kaçıyordu.

“Nereye gidiyorsun, ya sen hep böyle kaçmak için vakit mi kollarsın?” derken hızla ona yetişmeye çalışıyordum. Nefes nefese kalmıştım ama en sonunda yanına yaklaşabilmiştim ve hemen önüne geçtim.

“Evime gitmeliyim. Yardım edebilir misin, acaba?” Onun kabalıklarına karşın gayet kibarlıkla tebessüm ettim.

“Sence çocuk bakıcısı mıyım?” diyerek serseriliğini ortaya koymuştu gene.

“Çocuk, Ben miyim çocuk?” Kaşlarımı kaldırıp şaşkınca baktım. Bana olan tersliğinin yanında bir de benle çocuk diye dalga mı geçiyordu? Tek yapması gereken eve gitmemde yardım etmesiydi, çok şey istememiştim.

Kısıkça bir kahkaha attı, züppeyi andıran serseri. “Evet, senden başka çocuk var mı burada!” Benim az önce benzerini kurduğum cümleyi beni taklit ederek şimdi önüme sunuyordu, onu burada boğsam benim yaptığım anlaşılır mıydı acaba?

“Of, be! Ben kendi başımın çaresine bakarım” dedim ve arkamı döndüm, hızlı adımlarla ritim tutturdum. Biraz gitmiştim ki nereye gideceğimi bilmediğim gerçeği kafama balyoz edasıyla düşmüştü.

“Kendi başının çaresine bakarsın öyle mi? Kızım Melek, ne oluyor sana, iki dakika gururunu kenara bırakamadın yani! Kimsenin olmadığı bu saçma yerde tek başına ne halt edeceksin?” diye mırıldandım yüksek sesle. Arkama göz ucuyla baktığımda gitmişti. Hay aksi!, diye bir yakınma dudaklarımdan dökülürken, kendimle kalmıştım. Dişlerimi sıkıp etrafımı taradım. Ben yolumu bulurum, geldiğim yerden gideceğim işte, bu kadar.

Ellerimi ceplerime yerleştirirken hızlı bir ritim tutturmuştum. Yürüdüğüm yerleri tek tek aklıma kazırken mümkün olduğunca çabuk uzaklaşmayı umuyordum.

Kaybolmakla, yolumu bulmak arasındaki gel gitlerimi “İmdat!” Diye etrafa yayılan acı feryat bölmüştü. Hızla arkamı dönüp, sesin geldiği yöne odaklanmaya çalıştım. Ses acıyla tüm bu tenha cehennemde yankılanıyordu. Mantığım, yıkık bir depodan yükselen sese arkama dönüp gitmemi söylüyordu. Ama vidanım buna izin vermeyeceğini kesin bir dille haykırıyordu. Merakla karışık vicdanımla ayaklarım depoya doğru ilerledi.

“Sesini çıkarma güzelim!”  En fazla on dokuz, yirmi yaşlarındaki birinden gelebilecek ses konuşuyordu. Biraz daha yaklaşıp kafamı aralık kapıdan uzattım. Genç bir kız sandalyede oturuyordu. Genç bir adamda onun yanında duruyordu. Genç adamın suratını göremiyordum ama gülümsemesinin iğrençliğini hissedebiliyordum. Genç kızın feryatlarından sevinç duyuyor gibiydi. Elinde bir iğne tutuyordu. Kızın bağırmasını duymak ister gibi yavaşça iğneyi kızın koluna yaklaştırdı. Ama genç kızın sitemkâr sesini koluna sapladığı iğneyle güçsüzleştirmişti. Genç kızın bilinci yavaşça gidiyordu.

“İmdat, kimse yok mu? Yardım… Edin… LÜTFEN…” diye bağırmaya çalıştı genç kız son bir kez.

“Sence biri var mı?”  Genç güçlü bir kahkaha attı. Deponun her yerince yankılanan ses kulağımı tırmalıyordu. Sesin sinir bozucu rahatsızlığının geldiği genci baştan aşağı kısık gözlerle süzdüm. Gencin üzerinde siyah uzun bir hırka vardı. 1.90 boylarında zayıf ama kaslıydı. Açık kahve saçları yüzüne düşüyordu.

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin