Siyah ıslak toprağın üzerinde yatıyordum. Göğü delmeyi ister gibi uzanmış sık ağaçlar maviliğe gölge düşürüyordu. Gökyüzü nasıl bu kadar koyu bir maviydi. Her an izlerdim şu havayı hiç böyle bir renkle karşılaşmamıştım. Hafifçe saçlarımı ıslak topraktan kaldırdım. Üzerime bembeyaz bir elbise vardı. Uzun kollu dümdüz kefeni andıran bu kumaş parçasını ne ara giymiştim?
“Nasıl buraya geldiğim” daha önemli bir soruydu. Sadece siyah ağaçlardan ibaret karamsar rüzgârların estiği bir yerdi burası. Bu siyahlık, havayı da kendine benzetmişti. Gökyüzü bile maviden vazgeçmek istememesine rağmen siyaha yaklaşmaya başlamıştı.
Ağaçlar… Renksiz ağaçlar… Şaşkınlıkla etrafımı izliyordum. Gene mi o ormandayım? Ah, Mert’in yüzüne bakamazdım. Benden iğrenen suratıyla yüzleşemezdim. Bunu bir daha nasıl kaldıracaktım?
Acıyla karışık şaşkınlıkla ayağa kalktım. İleride yere saplanmış kitabeyi andıran bir taş vardı. Gözlerimi kıstım. Etrafı anlamaya çalışarak daha dikkatli baktım. Etraf o taşlarla doluydu. Sessiz taşlar yerden göğe yükseliyordu. Burası Mert’i gördüğüm o orman değildi. Burası… Burası mezarlıktı?
Yüzüm taş kesildi. Vücudum beyazın içine batmış gibiydi. İki adım atabildim ki tahmin ettiğim o acıyla sarsıldım. Siyahtan daha siyah olan taşın üzerinde yazan o iki kelime boğazımı sıkıyor gibiydi.
Mert ARSLAN.
Allah’ım, nefes alıyor muyum? Hak ediyor muyum? Bu kara toprak nasıl… Nasıl… Aklım almıyor. Nasıl olurda Mert’in o gözlerini örterdi.
Siyah maviyi yendi mi?
Mert, ölümün içinde siyahlaştı mı?
Rengim sendin Mert. Tanıyamadığım çocukta rengimi bulmuştum ben. Mavi olacaktım. Gamze’ye söylediğim koyu mavi meselesi şakaydı.
Ben senin koyu mavi gözlerindeki açıklık olacaktım.
Mert, daha da mı koyulaştım? Çıkmaya çalışırken nasıl battın? Ben mi yaptım? Ah, ben yaptım…
İşte bir sessiz uğultusu daha… Ben kalırken bu uğultunun altında zaman kavramı gene uçuyordu. İçimin tüm yerleri bloke olmuş, ne yapmaya çalıştığımı kestiremiyordum.
Bu mezarın siyahlığı uçan mavi ruhumu esir almıştı işte. Köle ruhum bu mezarlıkta bu mezara zincirlendi. Siyahtan daha siyah olan zincirler Mert’i de beni de bu mezara tutsak yaptı. Ama bir farkla Mert’in bedenini de aldı. Ben ruhumla boyun eğdim kaçınılmaz sona. Mert’i ise bu siyahta beyazlaştırdı. Gözlerindeki soğukluğun arkasındaki sıcağı soğuttular. Kimsenin canını yakmak istemeyen bu mavi çocuk en büyük darbeyi bana vurdu.
Suçluluk duygum beni siyaha tutsak yaptı. Sevmek istediğim mavi, toprağın altında topraklaştı.
Kalsaydı Mert, sever miydi beni? Mert benimle kalsaydı, bizim bir hikâyemiz olur muydu?
Cevapsız sorularımla beraber dizlerimin üzerine çöktüm. Kafamı Mert’in mavisi yenmiş kara toprağına koydum. Bir daha da kaldıramadım…
Hayır! Hayır! Hayır…
Çığlıklar içinde uyandım. Terden sırılsıklam olmuştum. En sonunda gene odamdaydım. Mert’in ölümünden koca 4 ay geçmişti. Ölmekten beter olduğum 4 ay…
Güneşimin olmadığı o günler, artık bitti. Bitmeliydi. Kabullenmeliydim Mertsizliği.
Kâbuslarımın arasında çığlıklar atarak uyanmak beni ölmekten beter ediyordu. Mertsiz Mert’i yaşamak beni girdiğim bu anlamsız boşlukta boğuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah mı? Mavi mi?
Teen FictionYürüdüğü yolda asfaltın siyahıyla göğün mavisi arasında kaldı, Melek. Siyah asfalta uzanıp mavi göğü izleyemeyeceğini öğrendiği vakit, seçim vaktiydi. Hep renkler arasında kalmış renksiz bir kız, rengini seçmeliydi. Peki ya, ...sevmek hangi renkti...