Merhabalar arkadaşlar; Yeni bölümü umarım beğenirsiniz ve Votelerinizi eksik etmezsiniz...
Birazcık gülelim artık...
Buğra ve Kaan'ın dansını söyledikleri şarkının klibindeki dans olarak düşünebilirsiniz, açıkçası benim yazarken düşüncem oydu...
Multimedyadaki resim Burak, Biricik Abimiz, Renksiz Kralımız =D Mariano di Vaio
Doktorun arabasına kendimi attım. İçimdeki tüm yükler kalkmış yerine huzur konmuş gibiydi. Artık kendimi kasmıyordum. Güvendeyim, güçlü durmak zorunda değilim dedim kendime. İleri geri sallanıyordum. Ama iyiydim, daha iyiydim. Olcay’ın bile yüzü gülüyordu. Bu kadar çabuk toplayabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Belki de olayları gülücüğüyle unutmaya çalışıyordu bilmiyordum. Olcay ön koltuklara dirseklerini dayamış ortadan bizi izliyordu. Bu çocuk benden daha güçlüydü.
“İlacının ismini hatırlıyor musun, Melek? Moralini biraz daha düzeltir içersen.” Kafamı doktora çevirdim.
“Hayır, hep annem elime tutuşturuyordu. Kutusuna hiç bakmadım.” Kafamı cama çevirdim. “Şuan en son istediğim şey o.” Camı açtım. Hızımızla içeri dolan havayı içime çektim.
“Her şey geçti. Artık derin bir nefes al. Ve teşekkür ederim, Melek. Sen olmasaydın…” Doktor devam edemedi. Kafasını döndürüp oğlunun alnına bir öpücük kondurdu.
“Beni kucağında taşıyarak koştu, baba, biliyor musun? O benim kahramanım.” Dedi Olcay.
Kahraman olmuştum. Küçük bir adamın kahramanı olmak paha biçilmez bir duyguydu.
Doktor gülümseyerek “Evet, o bizim Meleğimiz oldu.” Dedi.
Olcay’a bakıp gülümsedim. “Adamım olmasaydı, başaramazdım.” Yanağına bir öpücük kondurdum. “Teşekkürler, küçük adam.”
Annem telaşla doktorun evinin zilini çaldı. Olcay tam kalkacakken doktor oğlunu durdurdu. Eve gelince Olcay gene sessizleşmişti. Ablasını hatırlaması tüm olayların zihninde oynamasına sebep oluyordu. Zaten cama satılık tabelası asılmıştı. Doktorda kızına mezar olmuş bu evi artık istemiyordu. Karısının hatıralarıyla dolu bu yuvası doktora artık eziyet gibi gelmeye başlamıştı.
Annem “Kızım,” Diye ağlamaklı bir sesle salona girip boynuma atladı. Buğra arkasından içeri girdi. Günler önce ona yaptığım haksızlığı hatırladım. O bana zarar vermek istemezdi. Hiç istemedi ki...
“İyi misin, Melek?” dedi annem yaşlı gözleriyle.
“İyiyim, korkma.” Dedim anlayışla anneme bakarken.
“Korkma mı? Ömrümden ömür gitti şu 3 günde!” diye sesini yükseltti annem. Gözlerinin etrafında birkaç tane daha kırışıklık olmuş gibiydi.
“Özür di…” Kafamı eğdim. Özür dilemek niye bu kadar zordu? Sonuç olarak tüm bu yaşananların sorumlusu bendim. Annem haklıydı.
“Senin sorumsuzlukların beni çıldırtıyor küçük hanım. Bilmediğin adamların arabalarına atlamakta ne demek oluyor? Adam ya deli çıksaydı kelimesini söyleyemiyorum çünkü gerçekten bir delinin arabasına atladın ve o deli şuan dışarıda ya gelip sana zarar verirse, Melek? Peki, ya Savaş’la kaçmana ne demeli? Kaçmayı adet edindin iyice!” diye sinirini boşaltmaya çalıştı annem.
Yanaklarımı şişirerek söylemem gereken şeyi söyledim. “Özür dilerim.” Suçlu suçlu yere bakılıyordum. Koca bir üç gün geçmişti. Bana zor geldiği kadar anneme de zor gelen üç gün geçmişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah mı? Mavi mi?
Teen FictionYürüdüğü yolda asfaltın siyahıyla göğün mavisi arasında kaldı, Melek. Siyah asfalta uzanıp mavi göğü izleyemeyeceğini öğrendiği vakit, seçim vaktiydi. Hep renkler arasında kalmış renksiz bir kız, rengini seçmeliydi. Peki ya, ...sevmek hangi renkti...