22.07.2013
Mor koltuğumla beraber gene camın önündeydim. Sisli bulutların arasındaki puslu aydınlığa ilişti gözlerim, içimdeki çığlıkların arasında dudaklarım mıhlanmış gibiydi. Korkuyordum, puslu aydınlığın arkasındaki karanlıktan. Özlüyordum eskiden olan kendimi, tüm seslerle sustum. Bir kez daha!
Kapı gıcırtıyla açılışında irkildim. Ama tenezzül edip kafamı çevirmedim. Karşımdaki mavi koltuğa her gün uğrayan psikoloğum yerleşince bu sefer tamam dedim konuşacaktım, sessizliğimdeki esareti bitirecektim.
Ağzımı hafiften araladım doktorun telkin sözleri arasında. Gözlerim sokağı gözlüyordu. Gözlerimin arasında, içimdeki kelimeleri azat etmeye çalıştım. Sessizlik hüküm sürüyordu kalabalık yalnızlığımda. Dudaklarım umutsuzca kenetlendi. Dilim ağzımın içine gömüldü. Ben dışarıyı izlerken koltuğunu bırakıp gitti yaşlı psikolog. Umutsuzdu. Bende. Onun için yapacak bir şey yoktu. Bir şey yapamazdı. Oda gitti…
Denedim, hayata dönmeyi denedim. Ama olmadı. İstedim ama başaramadım. Odamın kasvetli havasıyla, gökteki kara bulutlarla mavi havayı içime çektim ve gözlerimi ağır ağır yumdum.
Gökyüzü aydınlanıp kararıyordu. Ama bu sefer farklıydı, hep gök nasılsa öyle davranmıştım. Şimdiyse bağımsızdım, uzaktım, güneşten, aydan ve kalbimin minik anahtarı dediğim yıldızlardan, çok uzaktım.
Ne olacaktı bu halim sanki bu duruma düşmek için sebep arıyormuş gibi davranıyordum. Ah, Mert! Tüm seslerle özür dilerim. Orada sadece oturduğum için. Tanımadığım, tanıyamadığım soğuk duygusal çocuk. Uzak ama gelmeye çırpınan, karanlıktaki mavi çocuk. ÖZÜR DİLERİM!
Günler umutsuzca geçiyordu. Psikoloğum gene yerini almıştı. Orta yaşlarda, evlenmeyi unutmuş, tonton ama hep mesafeli bir duvardı bu adam. Gür saçları hiç dökülmeyi düşünmüyor gibiydi. Kopkoyu mavi gözleri o girdiğim suçluluk ve pişmanlık duygularını pekiştiriyordu.
“Merhaba sessiz prenses, bu gün hangi sesle susacağız?” Prenses, prenses… Sessiz prenses. Hayır, hayır! Saf prenses, yanlışın var doktor, büyük yanlışın. Safım ben. Aptallığımla master yaptım. Şapşallığımla buradayım.
Merhaba Doktor. Beni Mert’e yollar mısın? İster mi beni yanında, istemez dimi? ”Git, bir de burada mı bakıcılık yapacağım sana” der. Gitmem bende peşine düşerim. Sonra ölümün elinde bir daha öldürürüm onu. İstemez beni doktor bu sefer. Sessizce kabul etmez beni artık. Bu sefer gözlerini sakındırır benden. Doktor, insan kazanamadığını kaybeder mi? Ben kaybettim. Doktor, insan tanımadığını sever mi? Ben ne sevdim, ne nefret ettim. Ortada kaldım, arafta, can yaktı doktor. Beni anlıyor musun? Ah, beni duymuyorsun!
“Melek. Bugün farkındalık yapsak diyorum o cam yerine gözlerime baksan, ne dersin? Daha iyi olmaz mı?”
Kafamı camın şeffaflığından doktorun koyu mavi gözlerine yani Mert’e çevirdim. Doktorun dudakları kıvrıldı. Zafer kazanmışçasına gözleri parıldadı. Mert’i göremeye çalıştığımı bilmiyordu. Doktora dönüktü gözlerim ama kaybolmuş ruhumu gözlüyordum.
Çok uzaklarda gibiyim doktor. Ruhumu bulamıyorum…
İçim bunaldı gene. Kalbim bilmediğim, tanımadığım bir karanlığın elinde gibiydi. Kalbim düşüncelerimin arasında haps olmuş gibiydi. Bir fırtına vardı. Dışarıdaki sessizliğe karşın büyük bir fırtına vardı. Duymuyorlardı. Duymalılardı!
Doktor doğruldu. O anda ikimizin de gelen sesle göz bebekleri büyüdü. Afalladı doktor. Ben saçımı başımı yoluyor, bir yandan çığlık atıyordum. Deneyimli adam şaşkınlıkla ayağa kalktı. Beni tutmaya çalışıyor lakin başarılı olamıyordu. Ne oluyordu bana, bunları yapan ben miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah mı? Mavi mi?
Teen FictionYürüdüğü yolda asfaltın siyahıyla göğün mavisi arasında kaldı, Melek. Siyah asfalta uzanıp mavi göğü izleyemeyeceğini öğrendiği vakit, seçim vaktiydi. Hep renkler arasında kalmış renksiz bir kız, rengini seçmeliydi. Peki ya, ...sevmek hangi renkti...