8.Bölüm

521 17 0
                                    

 

 Savaşın saçımı kulağımın arkasına atmasıyla uyandım. İfadesiz yüzünün üstündeki sert ve keskin gözleriyle bana bakıyordu.

“Geldik” diye fısıldadı düz dudağının arasından gözleriyle gülümserken.

Kafamı cama çevirdim. Eve gelmiştik. Ne kadardır uyuyordum? Savaşa dönüp zoraki gülümsedim. Hala uyanmadığımı hissediyordum. İçimdeki Melek’ler derin uykularındaydılar. Arabanın kapısını açtım. Dışarı çıktım. Ve atladığım şeyi fark edip arkamı döndüm. Elimi arabanın tavanına koyup eğildim.

“Teşekkür ederim. Her ne kadar duvarı andırsan da belki de senin de bir kalbin vardır. Sevilesi bir kalp” Uyku mahmurluğuyla sırıttım. Daha sonra fazla açık sözlü olduğumu fark edip kaşlarımı çattım. Uykudan uyanınca konuşturmayın beni diyorum, hemen ayılamıyorum. Ama beynim ağzıma hükmedemiyormuşçasına konuşmaya devam etti. “Değişikti. Yani bugün, güzeldi. Seni hala tanımıyorum ama…” Kafamı gözlerinden ayırıp devam ettim. “Uf, neyse anladın sanırım. Hoşça kal, siyah çocuk!”

Çarpık gülümsemesinin ardından dişleri parlayınca anladığını çok iyi anladım. Bir şey deme gereği duymadı. Gözlerimi devirerek kapıyı kapattım. Eve doğru giderken azar yememek için dua etmeye başlamıştım bile. Dualarımı arkamdan gelen ses susturdu.

“Ben teşekkür ederim. Mavi gözlerini benden sakındırmadığın için. Mavi sultan, iyi geceler sana.”

Hafif yan dönerek onun sıcak sözlerini dinlemiştim. Eğer sırtım dönük olsaydı gülümsediğini düşünürdüm. Ama o bu kelimeleri bile söylerken ifadesizliği tüm kararlılığıyla koruyordu. Ne yaşamıştı bu çocuk?

Arabasına bindi ve gitti. Gözden kayboluncaya kadar onu izledim. Orada sessizce. Ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordum. Ama bulamıyordum.

Annemin sesiyle içimdeki dünyadan çıktım. Evin kapısına doğru döndüm. Annem bana doğru koşuyordu. Gözyaşlarının arasında boynuma atladı.

“Çok koktum Melek. Sana bir şey oldu sandım.” Omuzlarımdan tutup beni kendinden uzaklaştırdı. “Bana bunları yaşatmaya ne hakkın var senin?” Sesi sertti ve haklıydı.

Kapıda Kaan, Melih ve Berk duruyordu. Annem böyle durumlarda hep Melih’i arardı. Ona çok güvenirdi. Kaan’la Berk de Melihle gelmiş olmalıydı.

Saat kaçtı acaba?

Gözüm Berk’e kaydı.  Berk’in yüzü hiçbir şeyin hiçbir zaman değişmeyeceğinin kanıtıydı.

Hayatların bir çizgisi vardır. Az bir sapmalar bu çizgileri değiştirmezdi.

Uzun zamandır beni umursamıyor rolü yapan Berk’in yüzünde korkunun izleri vardı. Platonik seven, kazanamadığı sevdiğini, kaybetme korkusuyla kaplanmış buruk bir adamın yüz ifadesiyle bana bakıyordu.

“Konuş Melek! Lütfen.” Diye fısıldadı annem. “Lütfen” kelimesinde sesi iyice kısılmıştı.

Geldiğimden beri konuşmadan orada dikiliyordum. Annem aylar öncesine döndüm diye korkmuş olmalıydı. Korkusunda yersiz sayılmazdı ama artık susmak yoktu, bu aldığım kesin karalardan biriydi.

“İyiyim anne.” Yanağına bir öpücük kondurdum. “Özür dilerim gerçekten. Ahmaklık ettim. Beni affeder misin?”

Annem beni tekrar kollarının arasına aldı. “Sen benim canımsın. Sana darılmamın imkânı yok ki. Hadi içeri!”

“Geçmiş olsun, diyelim, o zaman. Hadi beyler bize gerek kalmadı. Gidelim artık.” Berk yüzüme bakmadan gitmeye hazırlanıyordu. Büyümüş mü bu çocuk? Kalbiyle değil aklıyla hareket ediyor.

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin