11.Bölüm

545 15 2
                                    

Merhaba arkadaşlar. 

Biraz aksiyona ne dersiniz?

Kısa bir şey söyleyip gideceğim... Bu ilk hikayem ve çeşitli insanlara değinmek istiyorum zaten bir sürü karakter var sizinde dikkatinizi çekmiştir. Bu bölümde de farklı insanların hayatlarına bir göz atmak istedim. Umarım beğenirsiniz, beğenirseniz Vote vermeyi unutmayın, ki bu benim için önemli! Yorumlarını bekliyorum... İyi okumalar...

 Asfalt yolda hızla ilerlerken rüzgâr saçlarımı savuruyordu. Bilmediğim adamla, bilmediğim yerlere, bir yolculuğa çıkmıştım. İçimin seslerini susturmuştum tüm kafa karışıklığım arkasında. İç seslerimi dinlemeden hareket etmek istiyordum. Hatta şuan bir şey istemiyordum sadece ve sadece kaçıyordum.

Saçlarını 3’e vurdurmuş, kahve gözlü, kirli sakalları olan tahminen 1.80 boylarında, 30’lu yaşlarında bir adamdı yanımda oturan. Beyaz gömlek siyah yelek ve kot pantolon giymişti. Siyah ceketi ise arka koltuğa fırlatılmıştı. Gömleğinin kolları kıvrılmıştı. Gayret bakımlı duruyordu.

Direkt arabasına kendimi atmıştım. Ama kaçışım bu arabaydı. Tek duran araç buydu. Gerçi önüne atlayınca biraz durmak zorunda kaldı ama sonuç olarak durmuştu. Ve beni bu karmaşa dünyasından uzaklara götürüyordu. Belki de daha büyük karmaşalara ama bunu bilemezdim şuan tek yapmak gereken gitmekti.

Kaçmalıydım. Seçim yapmaktan kaçmalıydım.

Doktor hafızamın ne zaman geleceğini bilmediğini lakin uzun süreceğini düşünmediğini söylemişti. Hafızam yerine gelene kadar bilmediğim geçmişimden gelen adamlardan uzak durmalıydım.

Ne diyecektim Savaş’a, ah, ne diyebilirdim ki Umut’a… Ben bilmezken. Ne yapmamı bekliyordu o ahmaklar!

“Böyle arabana bindim ama…”

“Önemli değil ben de ayak işleri için birini arıyordum.”

“Ayak işleri derken?”

Kısıkça güldü. “Öğrenirsin”

Hadi bakalım, akıllısı beni bulmaz ki… “Neyi?”

“Sana açıklama mı yapmam gerekiyor?” diye çıkıştı bana dönerek. Gözlerinden nefret fışkırıyordu.

Bana iğrenerek bakınca susmuş iç seslerim, ‘Buyur, bizi dinlemezsen böyle çekersin!’ diyip arka odalara geçmişlerdi.

Adamın bu bakışıyla şaşkınlığım korkuya dönüşmüştü. Dişlerimi birbirine kenetledim. Donmuştum bu bakışlarla. İçten bir korku yavaş yavaş beni ele geçiriyor gibi hissediyordum.

Önüne döndü. Bağırmadan önceki seyrinde arabayı sürmeye devam etti. Yüzündeki sertlik yumuşamış gibiydi. Sakince bir süre bekledim.

“Beni evime götürür müsün?” dedim ürkek ürkek.

“Sence götürür müyüm?” dedi kısıkça kahkaha atarak. Çok güzel, bir kere, sadece bir kere belanın içene atlamasam ne olurdu acaba? Sadece bir kere normal seyrinde bir hayat yaşasam, niye olmuyordu!

“Nereye gidiyoruz, peki?”

“Psikiyatristime”

Upps! “Nasıl?”

Kahkaha attı. Kulağımdan girip beynime yerleşen bir kahkaha, tüm tüylerimi yattıkları yerden kaldırıp ‘Neler oluyor?’ der gibi diken bir kahkaha arabanın içinde dolaştı.

Bir ruh hastasının kahkahası, bir saplantılının amacına giden yoldaki pis sırıtışı…

Bir ruh hastası bir depresifle yani benle oynamaya kalkarsa ne olurdu? İyi olmazdı! Daha yeni suskunluğumu bozmuştum. Daha yeni hayata nefes almıştım. Olaylardan çabuk etkileniyordum. Olayları karamsar bakma gibi bir özelliğim vardı. Zaten depresif olarak adlandırma buradan geliyordu. Bu işin sonu nereye gidiyordu. Ben… Ben gene hayatın hangi köşesine gidiyordum?

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin