14.Bölüm

378 10 0
                                    

Şaşkınlıklarım tüm benliğimi ele geçirmişti, beynimin arka lobundaki bilge Melek, bu kadarını bende tahmin edemezdim diye beyaz bayrağı çekerken babam ayağa kalkıp Savaş’a sarıldı.

“Babamın önemli bir işi çıktığı için gelemedi. Ama özürlerini iletip beni gönderdi.” Dedi Savaş babama karşı tüm samimiyet kırıntılarını dökerken.

“İyi oyuncu!” diye fısıldarken kendime, ayağa kalktım.

“Ah, bilirim o ihtiyarı. Hep işleri vardır zaten. Neyse oğlum sen geç otur söyle.” Derken babamın gülümsemekten açtığı ağzıma sinek kaçmadığı için şükrediyorum. Babam Umut’un yüzüne bakmazken Savaş’a oğlum mu demişti?

Savaş elini Burak’a uzattı. Burak tüm sert bakışlarıyla samimiyetten en uzak biçimde Savaş’ın elini sıktı. Annem uzaktan yarım ağız gülümsedi. Herkes ayağa kalkınca Umut da ayağa kalkmıştı ama sert yüzü az önceki Umut’tan eser kalmamış gibi duruyordu. Savaş’la Umut göz göze gelince tek bir duygu belirtisi bile göstermediler. Ama içlerinden öfke fışkırdığı hissedilebiliyordu. Saniye çubuğu hızla döndükten sonra Savaş kafasını bana çevirip “Merhaba Ecmel” diyerek gülümsedi. Kumsaldaki anlık sevgi dolu gülüşlerini andırıyordu ama sadece birkaç saniye sürmüştü. Sonra Umut’un yanındaki sandalyeye geçti.

Savaş’ın yüzünde de Umut’un yüzündeki gibi darbe izleri vardı. Gözünde hafif morluk ve dudağının kenarındaki şişlik, benim acımı acıtmıştı. Bu adamlar birbirlerini dövmüş olabilirlerdi ama o izler benim eserimdi.

İkisinin yüzleri de iyileşmeye başlamış gibiydi ama izler geçse de nefretleri geçecek gibi değildi.

Bu iki adamı birbirlerine düşman etmiştim. Sadece varlığım onları düşman etmişti. Bu düşünceyle kalbimin sıkıştığını midemin burkulduğunu hissettim. ‘Cennetin Meleği’ diyorlardı bana. Artık diyemezlerdi. Kendimi iğrenç hissetmemle yerime çöktüm.

Savaş’ın üstünde gri gömlek ve gömleğinden daha koyu gri bir kotu vardı. Siyahlarından vazgeçmiş gibi duruyordu. Ve siyahlarından vazgeçtiği gibi ketum suratını da evde bırakmıştı. Umut’la göz göze gelmediği müddetçe hiç korkutucu durmuyordu.

Onun yerine Burak kaşlarını çatmış babamı süzüyordu. Babam Savaş’la ilgili bir şey bilmiyordu. En azından benimle ilgili olan kısmını… Babam ne olduğu anlamayarak yerine oturdu.

“Ah, ben sizi tanıştırmadım. Savaş, bu genç Umut. Umut, bu da benim bir dostumun oğlu Savaş.” İçimden onlar zaten baya kaynaştılar, baba, hiç gerek yok, demek geldi ama sustum.

Umut’la Savaş birbirlerinin suratlarına baktılar ama pek memnun olmuş havaları yoktu. Hafifçe ‘Merhaba’ dercesine kafalarını sallayıp sofraya döndüler.

Annem “Hangi dostunun oğluymuş, Tufan?” dedi. Sert yüzü biraz hayal kırıklığıyla süslenmiş gibiydi. Eğer yakın bir dost ise Savaş’ın bana daha kolay yaklaşacağını biliyordu.

“Anıl’ın. Lise arkadaşım hani, bilirsin aslında sende. Boşamamızdan önce çok gidiyorduk.” Babamın yüzü biraz ekşidi. Ama fazla bozuntuya vermeden konuya dönüp devam etti. “İstanbul’a gelince ona da uğradım işte. Baya olmuştu görüşmeyeli.” Babam Savaş’a döndü. “En son gördüğümde Savaş daha delikanlı bile olmamıştı. Kocaman olmuş kerata.” Dedi içten bir gülümsemeyle.

“Anımsar gibi oldum.” Dedi annem alnını kırıştırırken. “Sen Açelya diye bir kadının oğluydun dimi?”

Savaş’ın yüzü porselen sertliğine döndü. Siyah saçlarının rengi yüzüne akmış gibi suratı karardı. Dişlerini sıktığı çenesinin sertliğinden anlaşılabiliyordu.

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin