Tepemde “Günaydın.” diye bir bağrış kopunca gözlerimi zorlada olsa araladım.
“Ah, Burak!” Diye mırıldanıp bıkkınlıkla kafamı öbür tarafa çevirdim.
“Kalksana uykucu.” Yorganı üstümden çekip yere fırlattı. “Aah, Burak, bugün Pazar. Yani uyuma günü!” dedim uykunun getirmiş olduğu boğuk sesimle.
“Bugün Cumartesi şapşal ve gezme günü!”
Kafamı zorla kaldırıp ona döndürdüm. “Pazar!”
“Cumartesi!” dedi kararlılıkla.
“Aman, ne önemi var ki. Vur kafayı yat!” diyip gene kafamı yastığa gömdüm.
“Of be bücür ne yapacağım ben senle.” Burak beni belimden tutup sıcacık yatağımdan ayırdı.
“Uyanmayacağım işte görürsün!” diye bağırdım, gözlerimi sımsıkı kapatıp kafamı Burak’ın omzuna gömerken.
“Görürüz, uyuyor musun, uyanmıyor musun?!”
Burak beni yavaşça yere bıraktı. Buz gibi zeminle karşılaşınca gözlerim istemsizce açıldı. Gözlerimi aralamamla da oturduğum zemin kadar içinde soğuğu hapsetmiş sular başımdan aşağı döküldü.
Soğuk sular uyku sersemliğimi kaçırınca hırsla Burak’a baktım. Sular çenemden kucağıma dökülüyordu. Dişlerimin takırtısı az da olsa banyoya yayılmış, banyonun seramiklerine çarpıyordu.
İçimdeki serseri Melek suların şiddetiyle dışarıya vurmuştu. “Lan…” diye bağırdım gözlerimi kısarak.
“Lan mı? Kızım senin kibarlığına ne oldu?” dedi Burak kıskıs gülerken.
“Soğuk sular tarafından ele geçirildi.” Dedim aynı ses tonuyla. “Bu nasıl bir uyandırma şekli acaba? Sıcacık yatağıma soğuk sularla ihanet ediyorum senin yüzünden.” Bunları söylerken sular hala saçlarımın arasında geziniyordu. Suyu kapatmak yerine kendime sarılıp Burak’a bağırıyordum.
Dudaklarımın titremesi biraz daha artmıştı. Artık uykum başka diyarlara gittiği kesindi. Kendime iyice geldiğimi hissediyordum ama uykumun kaçmasıyla içimde büyükçene bir burukluk kalmıştı.
Burak suları durdurdu ve yere bağdaş kurdu. “Serinledin işte, bücür. Bana teşekkür etmen lazım.” Yüzü gayet keyifli gibiydi.
“Hah. Serinlemek isteyen kimmiş? Ben uyumak istiyordum!”
“Ben istemiyorum!”
“İyi uyuma o zaman. Benim suçum ne?” Sinirim yavaştan azalıyor gibiydi. “Saatin üzerindeki sayıları okudun mu sen?”
Burak kolundaki saatine bakarak bana cevap verdi. “Evet, şuan yediyi dört geçiyor. Ah, şimdi beş geçiyor.”
“Burak bıraksaydın da bir Bursa’nın yorgunluğunu atsaydım.”
“Kaçırılmanın yorgunluğu mu atılır, bücür. En azından uyuyarak mı atılır? Hem Bursa’dan döneli dört gün oldu hala ne yorgunluğuymuş bu?”
Burak elimi tuttu ve beni seramikten ayırdı. “Yaah!” diye bir inilti koptu dişlerimin arasından. Bağırmam banyoda yankılanınca ses daha da yükseldi.
“Nasıl cırlıyorsun kız!”
“Ya insan kardeşine bunu yapar mı?” diye sordum yorgun bir suratla.
“İnsan kardeşini seviyorsa tamda bunu yapar. Kendi başına kalınca uçuyorsun mâlum. Ben de sana sahip çıkıyorum.”
“Birkaç gün sonra uçağının arkasından el sallayacağım, o zaman kim sahip çıkacak.”

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah mı? Mavi mi?
Fiksi RemajaYürüdüğü yolda asfaltın siyahıyla göğün mavisi arasında kaldı, Melek. Siyah asfalta uzanıp mavi göğü izleyemeyeceğini öğrendiği vakit, seçim vaktiydi. Hep renkler arasında kalmış renksiz bir kız, rengini seçmeliydi. Peki ya, ...sevmek hangi renkti...