10.Bölüm

573 17 1
                                    

Bilgisayarım formata gidecek arkadaşlar... Yeni bölüm ne zaman gelir bilemem. Neyse iyi okumalar... Vote verinde azıcık mutlu olayım :D

Bazen tek yapmanız gereken hayata uymaktır, kendi hayat çizginizi değiştirmeye çalışırken başka hayatlara zarar verirsiniz. Bazen tek yapmak gereken kabullenmektir, kabullenip uyum sağlamaktır bazen asıl mutluluk. Belirlenmiş çizgilerin dışındaki mutluluklar bazen bazı hayatlara yasaktır.

İşte benim asıl hatam hiçbir zaman hiçbir şeyi kabullenmemekle başladı.

Önce, Mert’in intiharını kabul etmedim sonra da önüme konulan belirlenmiş hayat yolculuğunu elimin tersiyle reddettim ama benim hayat çizgim belirlenmişti, şimdi bana kalan tek şey kabullenmekti…

Gözlerimi iç dünyamın sessiz karanlığından araladım. Tavan içimi aydınlatan beyazlıkla beni karşıladı. Tüm vücudum kaskatı kesilmişti. Başımda her hareket etmemle zonklamaya dönüşen bir ağrı vardı. Midemdeki garip burkulmayla biraz daha ayılmıştım. Hızla yataktan kalkmaya çalıştım. Ama boş bir denemeydi. Gerisin geri omuzlarım yatağa çivilendi. Başım gözlerime doğru hücuma geçmiş gibi zonkluyordu. Kaşlarımı öfkeyle çatıp neler olduğunu anlamaya çalıştım. Annem diken üstünde gibi uyuyordu. Kolunu koltuğun yanına sabitlemiş, kafası eline düşmüştü.

Odada gözlerimi gezdirdim. Olanları hatırlamaya çalıştım. Nasıl buraya gelmiştim? Ne olmuştu? Gözlerimin önüne birkaç fotoğraf karesi gelmesini umarak yumdum. Ne olmuştu bana? Bu hastanede ne işim vardı? Kafamın içinde büyükçene bir soru yumağı vardı. Neden bir şey hatırlamıyordum? Gerginlikle burun kemiğimi sıktım. Sonra elimi saçlarımın arasına soktum. Ne oluyordu? Kafamın içi bomboş bir ağrıyla sarsılıyordu. Neden?

Bu sıkıntılı sorularımın ve boşluğumun içinde gözlerim doldu. Tutamadığım damlalar gözümü terk ediyordu. Bir anda kendimi hıçkırıkların arasında buldum. Annem irkilerek uyandı. Telaşla yanıma gelip saçlarımı okşamaya başladı.

“Tatlım…” Annemin sesiyle hıçkırıklarımı biraz da olsa susturabilmiştim. Boğuk bir sesle; “Anne…” diye mırıldandım. “Ne oldu?”

“Bir kaza tatlım.”

Kaza mı? Başımın saçma bir ağrıyla sarsılmasının sebebi bu olsa gerek. Konuşacak halim yoktu ama ne olduğunu bilmem gerekiyordu, ben sormadan anlatması gerekmez miydi? Gözlerimi yumup neredeyse benim bile duyamayacağım bir sesle fısıldadım. “Anne… Ne kazası?”

“Melek, çok yorgunsun. Dinlen birazcık.” Sinirle gözlerimi açıp, gözlerimi annemin gözlerine kitledim. Annem kaçışı olmadığını anlayıp yatağın ucuna oturdu.

“Buğrayla sen bir kaza geçirmişsiniz. Bir beyin sarsıntısı geçirdin tatlım. Ama şuan buradasın, canım, korkma. Ben de buradayım.” Elini elimin üstüne koyup gülümsemeye çalıştı.

‘Beyin sarsıntısı mı?’ Batsız, şeffafça boşlukta uçan düşüncelerim telaş ve korkuyla annemin dediklerini tekrarladı. Düşüncelerimin izini kaybetmiş bir bedevi gibi olmamın sebebi şimdi anlaşılmış oldu. 'Sonsuza kadar geçmişimden yoksun bir beyinle yaşamayacağım öle değil mi?' Neye uğradığını şaşırmış düşüncelerim bu sorumla daha da afallayıp ağlamaya başladı. Bir şeyler hatırlamalıyım diye kendime mırıldanıp onları beyin boşluğumda keşfe yolladım.

Kaşlarımı çatabildiğim kadar çatarak anneme baktım. “Beyin sarsıntısı, dedin dimi. Bir şey hatırlamamamın sebebi bu mu? Kalıcı bir hafıza kaybı değil dimi?”

“Doktor hafıza kaybı olabilir demişti. Ama olursa da geçici bir hafıza kaybı olacağını düşünüyorlar.”

Derin bir nefes verip beynimi birkaç saniyeliğine festival yerine çevirdim. Nefesimi verirken bu kadar eğlence yeter, diyip görünmeyen düşüncelerimi beynimin karanlık yerlerini aydınlatmaları için tekrar iş başı yaptırdım.

Siyah mı? Mavi mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin