PKH-16

213 51 84
                                    

Bazen bir söz izi kalmış yarayı deşebilir.

Her şey cam misaliydi. Cam kırıkları gibi. Üzerine bastıkça canın yanardı. Her basışında daha çok basınca daha çok yanardı.

Aşk acısı mı çok can yakar yoksa batan cam acısı mı? Herkesin aşk acısı dediğini duyar gibiyim. Ama aslında batan cam acısı daha çok can yakar. Aşk acısı sadece kalbini sızlatırken cam acısı hemen hemen tüm vücudun sızlamsına neden olur.

Benimde şimdiki durumum cam acısı gibi. Sadece bir yere batmasına rağmen tüm vücudu sızlatmıştı.

Tuncay anne ve babamı öldürmesine rağmen beni öldürdüğünü sandım. Onları kaybettiğimi anladığımda çektiğim acı her yerime yayılmıştı. Kalbime bile.

Ama kalbimde açtığı yara intikam yarasıydı. Geçip giden yıllarla birlikte büyümüştü. Ve şuan baş edilmeyecek kadar büyük bir acısı vardı.

Ölüm her saniye daha da yaklaşıyordu. Kalbimdeki yara ölüme doğru götürmüştü beni.

Ölüm denen dünyanın en gerçeğinin kokusu burnuma doluyordu. Az bir zamanım kalmıştı. Sona doğru gelmiştim. Hazanın, Kaansız sonu...

Duyduğum gürültüyle gözlerimi araladım. Deponun kapısı açılmıştı. Ayna gibi parlayan kel bir kafa gözlerimi kamaştırmaya yetmişti.

"Hazan. Hazır mısın? Sonun geldi." dedi yanıma yaklaşarak. Yüzünden hiçbir zaman eksik olmayan pis sırıtışıyla geliyordu. Hayvan herif.

"Ne yapacaksın bana." dedim titrek sesimle. Korkmaya başlamıştım. Tuncay gerçektende çok tehlikeli biriydi.

"Gidince görürsün toprak güzeli."

Allahım bu durumda bile espiri yapasım gelmişti.

Tuncay önce bacaklarımı sonra kollarımı çözüp ayağı kalkmama yardımcı oldu. Yardımcı dediğime bakmayın hayvan gibi zorla kaldırmıştı.

Depodan çıktığımızda ormanın ortasında bir yerde olduğumuzu anlaldım.

Nereye gidiyorduk? Hiçbir fikrim yoktu.

Soğuktan olsa gerek, vücudum titremeye başladı. Sanki çifte telli oynuyor gibiydim.

Korkuyordum. Tuncayın nasıl biri olduğunu anlamıştım. Ve şuan korkudan vücudum titriyordu.

Ormanın içine doğru ilerliyorduk. Ölüme gider gibi.

Ölmek bu fani dünyanın tek gerçeğiydi. Ama biz insanlar ölmeyeceğiz gibi yaşıyorduk. Kafamıza eseni yapıyorduk. Hiçbir şey umurumuzda değildi. Sanki bu dünyanın tek yöneticisi insanlarmış gibi.

Tuncay kendini dünyanın en güçlüsü sanıyordu. Ama bilmiyordu ki ondan büyük yüce Rabbim vardı.

Ormanın ortalarında durduğumuzda gözüme ilişen ilk şey mezar biçiminde kazılan yerdi.

Sanki mezar yapmıştılar. Tam bir insanın boyunda, ama içine giren insanın içinden çıkamayacak kadar derindi.

'Beğendin mi hediyemi?" dedi ukalaca. Önce ne demek istediğini anlamamıştım. Ama sonra jeton düşmüştü.

Bu mezar benim için hazırlanmıştı. Benim ölmem için kazılmıştı. Diri diri gömecekti beni.

Ama yalvarmayacaktım. Ona yalvarmamı istiyordu ama yapmayacaktım. Ona boyun eğmeyecektim. Ölsem bile...

Geçmiş

Hayatımın en kötü günüydü bugün. Anne ve babamı bizden almıştı biri. Kim olduğu belli değildi. Anne ve babamın evin salonunda cansız yattıkları hal geldi gözümün önüne.

Pembe Kulaklıklı Hırsız ~Düzenleniyor~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin