Ağlayan bir insan her zaman ağlamak için bahane arar.
Bir erkek ağlamayı bilmez genellikle. Sevdiği birini kaybedince ağlamak dışında her şey yapabilir. Ama ağlamak racona ters diyip dolan gözlerindeki yaşları silmeye çalışır. Oysaki içinden hüngür hüngür ağlamak isteği gelir.
Ama ağlamaz. Ya utanır ya da içinden gelmez. Ağlamak utanılacak bir şey değildi. Tam tersi ağlayabildiği için kendiyle gurur duymalı insan.
Çünkü herkes ağlamayı bilmez. Ağlamak bir sanat olmalıydı. Bir insan en güzel, en derin şekilde ağlamalı ki gerçek bir sanatçı olmuş olsun.
Ağlamak yerine donuk bir şekilde bakmak aynı anlamı ifade eder mi? Bence etmez. Ağlayarak gözlerinin ıslanmasına, rahatlamasına neden olurken, donuk bir bakışla sadece içindeki duyguları belli edemezsin.
İşte ben de tam şuan donuk bir şekilde bakıyordum. Hiç bir duyguyu anlatamıyordum. Ağlamak mı istiyordum yoksa bağırıp çağırmak mı? Bir bilsem...
Tuncayın ağzından dökülen kelimeler yüreğime bir hançer misali girmişti. Nefesin kesilmeye başlamıştı. Yüreğimdeki hançer hem canımı acıtıyordu hem de ölmeme sebep oluyordu.
Ölmekte düşünüldüğü kadar kolay değildi. Hayatın tek gerçeği olmasına rağmen ölmen kolay olmuyordu. Muhakkak acı çekerek hayata veda edersin. Acısız bir ölüm yoktur.
Tuncayın yaptığı şerefsizlik benim de ölmeme neden olmuştu. Bir insanı o şekilde öldürmek ne kadar kolay olabilirdi acaba?
Hazana yaptığını anlattıktan sonra cevap beklemeden gitti. Ama ben hala durduğum yerde duruyordum. Ayaklarımın bağı çözülmeye başlamıştı. Daha fazla dayanamayıp dizlerimin üzerine düştüm.
Hazanı cani gibi öldürmüştü. Ama onun cesedini bulmayana kadar inanmayacaktım.
Düştüğüm yerden zor olsa da ayaklanıp geldiğim arabayla Tuncayın hep gittiği uçurma doğru sürdüm. Yolda giderken önce polisleri arayıp durumu anlattım. Sonra da Serkana anlattım. Kızları alıp geleceğini söyledi.
Pek yakın bir yer değildi. Ama az bir mesafem kalmıştı. Kısa bir süre sonra orada olacaktım. Araba ne kadar hızlı gidebiliyorsa o kadar hızlü gidiyordum. zaman çok önemli olduğu için hızımı almadan gaza basıyordum.
Hazan yaşamalıydı. O ölmek için çok genç ve çok iyi niyetli biri. O bana gönderilmiş bir melekti. Ama şeytanın biri ona zarar vermişti. Kanatlarını kırmış, yaşamasına engel olmuştu.
Geliyorum çilek kokulum, biraz daha dayan...
Uçurumun kenarına geldiğimde arabadan inip uçurumun ucuna gittim. Aşağı ya baktığımda ne bir araba ne de bir ceset göremedim. Büyük bir ihtimalle denize düşmüştü. Ve dalgalar tarafından uzaklaştırılmıştı.
Hemen aşağıdaki kumsala gitmek için tekrar arabaya binip geri giderek kumsala gittim. Tekrar arabadan inip deniz dalgalarının vurduğu yere kadar ilerledim.
"Hazan, neredesi? Lütfen çık ortaya sana çok ihtiyacım var."
Sesim yankılanmıştı. Ama kimseden cevap gelmemişti. Hazanı bulmak zorundaydım. O yaşamak zorundaydı.
Bir süre öylece denize baktım. Kızgın dalgaların deniz sularını dövüyormuşçasına çıkardığı sesleri dinledim. Bu sesler Tuncayı öldürmeye teşvik ediyordu.
Duyduğum siren sesleriyle polislerin geldiğini anladım. Arabadan inip yanıma geldiler.
"Tuncay, Hazanı buraya attığını mı söyledi?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pembe Kulaklıklı Hırsız ~Düzenleniyor~
Novela JuvenilWattys_2018 Uzun Liste Kazananı ~Renk Serisi 1~ Her yerde pembe kulaklık takan hırsız olarak tanına bir genç . Ailesinin intikamını almak isteyen genç kız. Bir olayla yolları kesişen bu ikili küçük bir yalan yüzünden sahte evlilik yolunda ilerlerke...