Can, karamsarlığa karşı aşırı doymuştu ve hiçbir güç artık onu bu hayattan kurtaramayacaktı.Düşüncesi öyleydi.Birkaç ay evden çıkmamış,kapıcının getirdiği gazeteler, ekmekler hep kapıda kalmıştı.Kapının önünde yığınca fazla gazeteler birikmiş , küflenmiş ekmeklerden komşular rahatsız olmuştu.Can için artık hiç bir şey önemli değildi.Hayatında kaybetmenin ne demek olduğunu bedenindeki en ufak hücreye kadar yaşamış,acılarını her gün damla damla kanayarak çekmişti.Çok sevdiğin birinin sana sormadan senden gitmesi kadar aşağılayıcı bir durum olamazdı...
Birkaç ayın sonunda Can İstanbul'dan ayrılma kararı aldı.Küçük bir sahil kasabasına yerleşmeyi düşündü.Bir gece, iki ay boyunca hiç kalkmadığı evin baş köşesindeki koltuğundan kalktı ve lavaboya doğru yöneldi.Yerdeki cam kırıklarına rağmen hepsinden rahatça sıyrılıp girdi lavaboya.İşini hallettikten sonra aynanın karşısında kendisini gördüğünde ellerini beyaz fayansın üstüne koydu ve kendisine derin derin baktı.Aynanın karşısında kendisine bakarken saatler geçmiş,gözlerinin içindeki umutsuzluğa dalıp gitmişti.
Umutsuzluğa yenik düşmüş insanların içindeki boşlukları tahmin edilemeyecek derinliklere sahiptir.Bu derinliği kolay kolay dolduramazlar.Hele ki içindeki her boşluğu tamamlayan kişileri kaybederlerse, hayat onlar için intihar çığlıklarıyla dolar.Hiçbir şeyin yolunda gitmediği zamanlardan birisi de buydu.
Güya zaman dediğimiz kavram neydi? Saatlerin günleri devirmesi mi? Yoksa acıların unutulma süresi mi? O gün bugün değildi, o gün belki hiç gelmeyecekti Can için.Kim bilir...Yüzündeki sakallar bir hayli uzamıştı.Mağara adamını andıran vahşi bir adam görüntüsü vardı yüzünde. Gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüştü.Can, öylece daldı gitti ayna karşısında...
Yavaştan yüzüne birkaç el su çarptı ve sonra yine her zaman oturduğu koltuğa oturdu.Oturduğu yerde kalakaldı.Aklındaki düşünceler,bıraksa bir at gibi şaha kalkacak, tüm benliğini yırtacak gibiydi.İnsanın tüm umutları ölünce yıkılırdı çünkü.Kabullenemezdi ama içinde bitmeyen umut çiçekleri her zaman olurdu.Kabullenilemeyen çiçekler...
Bu çiçekler öyledir ki; insanı bir erkek çocuğun oyuncak arabasına kavuşması kadar mutlu, bir kız çocuğunun ilk aşk kırıklıkları kadar mutsuz edebilirdi.Etrafına uzun uzadıya baktı.Paketinden bir sigara çıkardı.Sigarasını yakarken aklından sevdiği kadın geçiyor ama o kadın bir türlü beyninden geçip gitmiyordu.Bedenini yitirse bile beyninde bitiremezdi.Zaten tüm ruhuyla sevmemiş miydi?
Bazı insanlar böyledir.Ruha dokunmayı sever.Sevgisinin büyüklüğü acılarıyla da eş değerdir.Bir insana sevgi büyütmek,ona olan sadakatini belirtmek kolay değildir.Ama olan olmuş,biten bitmiş, beyniyle unutamamış fakat bedenini kaybetmişti bir kere...
Sigarasından son dumanını sert çekmişti.Duygularını bir nevi dışarı vurmaktı bu.Acılarını hisseden insanlar sigarasının son dumanını sert çekerdi.Güya çekilecek daha sert neler kalmıştı? Hayat Can gibi insanlara acılarını sert çektirirdi.
Sigarasını küllüğe basarken elleri isyan bayrağını çeker gibi itti küllüğü.Kaybetmenin verdiği sinirle derin düşüncelere daldı.Aklından çıkmasını bilmeyen düşünceleri en az sigara kadar bitiriyordu bedenini.Zaten yeterince yıkılmıştı hayatta.Tutunabildiği tek dal ellerinin arasından kayıp gitmişti...
Ardından duvarda duran Ayten ile beraber oldukları tabloya gözü takıldı.Gözleri bir anda doluverdi.Gözlerinin içi öyle kanlıydı ki neredeyse gözyaşı kan olarak dökülecekti küçük gözlerinden.Sakallarının arasından süzüldü damlalar, yere düşmedi.Sonra bir anda koltuğun altındaki bira şişesini kavradı eline ve bir anlık öfkeyle tabloya doğru "neden?" diye haykırarak fırlattı bira şişesini.Tablo paramparça olmuştu.Birkaç dakika bakakaldıktan sonra yerinden kalktı bir anda.Yere düşen tabloya doğru yöneldi.Eğildi ve tabloyu eline alacakken bir anda eline yapışı vermişti cam kırıklıkları.Ama ne hastı ki ? Canı gönlündeki ağrılardan dolayı yanıyordu...
Kan su gibi akıyor,yerler bir anda kırmızılıkla kaplanmıştı.Kalbindeki yaralar her gün kanıyordu da elinin kanaması acıtır mıydı? Eli bir anda kıpkırmızı oluvermişti fakat aldırmadı.Yavaş bir hareketle tabloyu yerden aldıktan sonra üzerindeki cam kırıklarını temizleyip evin diğer odasına geçti.Giysi dolabını açtı.Dolabı açarken dolabın kapağındaki bütün toz eline yapışmıştı.Elini pantolonuna vurarak temizledikten sonra birkaç şey alıp attı yatağın üstüne.Sırt çantasına bir şeyler koydu.Hani " ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey " diye sürekli sorup durdukları o sorunun cevabını bugün yerine getiriyordu.Her şeyden uzak birkaç parça almıştı yanına. Ayten ile olan fotoğrafını da çantaya koymayı ihmal etmedi.
Güneş doğmak üzereydi.Perdenin altından ışıklarını savuruyordu Can'a doğru.Can her zaman olduğu gibi rahatsız olmuştu gün ışığından.Hiç haz etmezdi.Sabaha kadar uyumamıştı.Her zaman yaptığı gibi balkona geçmiş ve güneşin doğuşunu izleyene kadar kahve içip bir şeyler karalamıştı.
İnsanların uyuyamamalarının nedeni acıları olabilir miydi? Her gün yatağa girip uyuyamamak,hayaller kurup yıkmak... Olması gereken ama karşılık bulamayan duygular.Karşılık bulsa dahi yapılan yanlışlar,söylenen acımasız yalanlar olabilir miydi? Can da uyuyamıyordu.Göğsünü sıkıştıran o hüzün ağzına kadar gelmişti.Aylardır kurduğu cümleyi tekrar etti.Fısıldayarak tabloya baktı ve; "6:25 mühimdir.Sen bilmezsin sevgilim." dedi.
Bilemezdi de zaten. Can'ı bir piç gibi bırakıp kendi canına kıymıştı.Hayatının adamına bir kez olsun söylemeden yapmıştı bu eylemi...
İntihar etmek bencilliktir ve umuda inancı kalmayan insanlar intiharı seçer.Çoğu zaman yanılırlar.Çünkü hayat nereye gideceği belli olmayan,yalpalı bir deniz gibi.Bugün mutsuzluktan ağlaya bilirsin fakat yarınlar umuttur.Bir bakarsın biri gelir.Ondan önce nasıl yaşadığına hayret edersin...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Yetmiyor
RomansaHer geçen gün kaybetmek nedir bilir misin? Damla damla rakıya damlamak gibi, yavaş yavaş saflığını dumanlı hayata bırakmak gibi... Kaybetmek nedir? En iyi biz biliriz be dostum. Bu yüzdendir acı çekmelerimiz. Bu yüzdendir kaybetmelerimiz. Aşkta kay...