Bölüm 2 : Yeni Bir kent,Yeni Umutsuzluklar...

202 56 16
                                    

Biraz kırıldık,belki birkaç milyon kez...•

Çanta hazırdı.Geride kalan hiçbir şeye bakmadan çıktı evden.Zaten evin bakılabilecek bir tarafı da kalmamıştı.Dar sokakta yürümeye başladı.Kafasındaki düşünceler onu terk etmiyor, adeta benliğine bulaşmış gibi aklından da  çıkmıyordu. Güneşin parlak ışınlarından nefret ediyordu.Sokağın kuytu köşesinden yürüyüp gitti tren istasyonuna.

Trenin kalkmasına on dakika kalmıştı.Sol cebinden sigarasını çıkarttı ve bir sigara yaktı.Uçan kuşlara daldı gitti birden.Tren vakti gelmişti.Trenin siren sesiyle irkilip hemen bineceği vagona koştu.Issız adamın ıssız ayakları ile bastığı tren merdivenlerini tek tek çıktı ve  trene bindi.Artık  tüm yolculuğu başlamıştı. Can sanki çeyrek asır yılın  yorgunluğunu, cama kafasını dayayıp uyumakla çözüm bulacağı kanaatinde idi.Aslında doğruydu.Yeni bir hayat yeni bir aksiyon başlıyordu.Kim bilir daha neler yaşayacaktı.Her şeyden önce unutmaya gidiyordu.Ya da öyle zannediyordu.Yanından geçip giden ağaçlara bakarken uyuyakalmıştı.

Tren uzun bir sürenin ardından olay yerine vardı.Can hala uyanamamış, cama yapışan yüzünü de çekmeye gücü yetmemişti. Tren görevlisi, her gün Can gibi uyuyan insanları uyandırmaktan bıkmış bir tavırla Can'ın yanına geldi ve;

" Kalk hadi, geldik!" dedi.

  Can,  gözlerini kısık bir şekilde açıp etrafa baktı.Etraf  hafif puslu bir sonbahar havasını andırıyordu, sakinliğini hiç bozmadan postallarının arasındaki sırt çantasını beline yükleyip oturduğu yerden ayağa kalktı.Sonrasında şöyle bir durup paltosunu silkeledi.Paltosunu düzeltip çıkış kapısına doğru yürüyüp trenden indi.

Küçük şirin bir kasabaya iner inmez bir tarihin kokusunu ciğerlerine çekmeye başladı. Minyatür ve renkli evleri, daracık sokakları,Rum mahallesi, kilisesi, kalesi, minyatür şehrin ufak kedi ve köpekleri... 

ilk gün barınacak bir yer arayıp durdu Can, etrafındaki insanların da ilgisini çekmeyi başarıyordu.Uzun sakallarıyla ve saçlarıyla adeta ben geldim diyordu kasabaya.Ormanlık ve dağlık arazi bir hayli fazlaydı. Can'ın kafasındaki plan aslında tıkır tıkır işliyordu.Motor sesiniz az olduğu, oksijenin ve deniz dalgalarının rahatlığına varacağı bir kasabaya gelmişti. Hemen günü birlik bir pansiyon tuttu ve yerleşti.ilk gün çok yorgun olduğu için tüm gün uyudu.Sabahın ilk ışıklarıyla pansiyondan ayrılıp, kırsal alana doğru ilerledi, bir tarafında ağır çantası, bir yanında kasabanın çarşısından aldığı kamp çadırıyla ilerledi.Denize kıyısı olan  bir yerde ağacın dibine çadırı kurmaya başladı.Belki denize sıfır bir evi yoktu ama denize sıfır bir çadırı vardı artık.Küçük kasabanın küçük bir yerinde kendisi ve hayvan seslerinden başka kimse yoktu.Şiirlerini iki bira eşliğinde dolunaya bakıp,dalga seslerini dinleyerek yaza bilecekti. 

  Çadırını kurdu ve etrafı kolaçan etmek için keşfe çıktı. Deniz ayaklarını ıslatıyor,Can da denize inat ayaklarıyla suyu savuruyordu.Renkli renkli taşları,altın tanesi kumu,ağaçların huzuru,doğanın sessizliği tam da Can'ın istediği gibiydi. Zaten bir insan başka ne isteyebilirdi ki? Huzuru bulmanın en güzel yolu deniz kıyısı idi. Kaç bin kişi bu huzurda okumuştu şiirleri sevdiğine,kaç milyon kişi sevdiğiyle el ele gezmişti deniz kıyısında ve kaç bin kelime türetilmişti şarkılarda.Daha Can gibi kaç yüz kişi kaybetmenin sinirini  akıtacaktı denize...

  Yürüyerek kıyının sonuna kadar gitmişti.Etraf sessiz,sakin fazlasıyla da kimsesizdi.Aklına bir şiir geldi ve arka cebinden kağıt kalemi çıkarttığı gibi yazıverdi.Dalga sesi her insanı duygusal yapabilme özelliğine sahiptir. Can'ı da duygusal hale getirmişti.Yerden bir taş aldı avucunun  içine. Bir yandan taşı sıkıyor diğer yandan ise denizin ufkuna bakıyordu.Birden dökülüverdi ağzından sözler;

Sevmek YetmiyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin