Tüm ev işleri bitmişti. Fotoğraf makinesi ve Amir'i de yanına alan Buse ormanın çeşitli yerlerine doğru yol aldı. Yenice açan çiçekler ve yağmurun etkisinden zaferle ayrılmış renkli renkli mantarları ilk kez görmesinin mutluluğuyla fotoğraflarını çekmeye başladı. Bu davranışı içine attığı tüm duyguları bir nevi dışarıya vurmasını kolaylaştırıyordu. Kimi insanlar böyle durumlarda dayanamayıp ağlardı fakat Buse tüm duygularını doğanın güzel fotoğraflarına saklamayı seviyordu. Aklından çıkmayan Can için ne yapacağını da düşünmeden edemiyordu. Evden bir hayli uzaklaşıp şehir merkezine doğru yürümeye başladılar.
Can ise yorgunluktan zayıf düşmüş bedeni ve düşüncelerin dalgalarına mağlup olmuş gibi çalışmaya çalışıyordu. Hastalığı durumunu her geçen gün daha da kötüye götürüyordu. Düşünmeyi biraz olsun bırakabilse belki her şeyi yoluna koyabilecekti ama başaramıyordu.
Düşünmek, düşünmek ve daha fazla düşünmek. Saçlarının beyazlamasına neden olan dertlerinin ona kattığı tek katkı günden güne içinde biriken hastalığın gülüşleri. Bir insanın saçları neden beyazlar? Hangi kırılgan düşüncelerle avutabilir saçlarını mutluluğa? İyi giden günlerin ardından nem tutmuş karamsarlık ne kadar yayılabilir vücuduna?
Her şeyden bunalmış bir şekilde işine zorda olsa devam etmeye başladı. Masadaki boşları topladıktan sonra içeriye girip iki üç el su çarptı yüzüne ama dışarıda görecekleri onu hiç mutlu etmeyecekti. Durumun farkında olmak sızın dışarı çıktığında Ayten'in dışarı da olduğunu fark etti. Görmemezlikten gelmek istedi ama göz göze gelmişlerdi. Sinirli bir şekilde yanına gitti ve konuşmaya başladılar...
Öte yandan Buse ve Amir şehir merkezinde her şeyden habersiz uzun süredir uğramadıkları kitabevinin kafesine doğru attılar adımlarını.
" Amir'im babayı görmeye gidiyoruz. Hadi gidip sıcak bir şeyler içelim. Sana da sıfırından bir su ısmarlayayım. "
Amir yaşının verdiği ağırlıkla Buse'ye tatlı bir bakışının ardından yola doğru döndü ve yürümeye başladı. Kafeye epeyce yaklaşmışlardı. Buse'nin içinde atan Can ritimleri adımlarından daha da hızlanmıştı. Uzaktan Can'ı gördü ve tam çığlık atacakken Can'ın birisiyle bağırarak konuştuğunu fark etti.
"Kimle konuşuyor bu?"
" Ama kimse, kimse yok ki..?"
Koşar adımlarıyla Can'ın yanına gitti.
"Caaan!"
Buseyi gören Can mahcubiyet ve bitkinlikle kala kaldı.
"Efendim civcivim."
"Can'ım lütfen. Lütfen şaka yapıyorum de bana."
Can Ayten ile görülmenin yanlış anlaşılmaya sebep olduğunu düşünerek;
"Bak açıklayabilirim. Gerçekten gördüğün gibi değil. O sadece..."
Cümlelerini bitirmesine izin vermeden araya girdi Buse;
" O diye biri yok Can kafayı mı yedin..?"
Gerçekten de öyle olmuştu. Buse'nin durumu fark etmesiyle yıllardır hiç yaşamadığı kadar hüzne boğulmuş, çaresizlik içinde kalmıştı.
"Can, sen şizofrenisin. İş yerin, konuştuğun insanlar hiçbiri gerçek değil. Nasıl olurda anlamam. Nasıl olur... "
"Şu an gerçekten saçmalıyorsun civcivim. Nasıl tanıyamazsın, tanıştık hepsiyle. Beraber vakit geçirdik hatırlasana? Hatta beraber çalıştık bir kaç gün. Bana yardım bile ettin. "
" Hayır Can. Ben hiçbir zaman seninle çalışmadım..."
Buse ağlamaktan heder olmuştu. Dizlerini kırarak yere çöktü. Can Hiçbir zaman Buse'yi kimseyle tanıştırmamıştı. Birlikte çalışmamışlar, sadece tanıştıkları sıralarda kafede oturmuşlardı. Bunu fark etmesi uzun sürmedi. Beyninin içinde geçirdiği anılar teker teker gözünün önünde canlanıyor, hayretler içinde "Nasıl ya?" Sitemiyle yere yığılıp kaldı Can.
Yoksa Can hiçbir zaman kitabevinde işe başlamamış mıydı? Her gün düzenli olarak gittiği yerde kendi kendisine rafları düzeltiyor, gelen müşterilere yardım mı etmişti? Durumun farkında olan işletme sahipleri hiçbir zaman ses çıkartmamış, Can'ın üzülmesini istememişti. Ayten figürü gerçek miydi? Yoksa hayali bir arkadaş mıydı hiçbir zaman bilinememişti.
Ne kadar süre geçtiği belirsizdi. Gözlerini ıssız bir hastane odasının penceresinden yansıyan ışıklarıyla açmış, konuşacak kadar dermanı da kalmamış gibiydi. Etrafında tanıyamadığı, onu meraklı gözlerle izleyen kişiler vardı. Tüm düşünceleri birbirine karışmıştı. Yaşadıkları gerçek miydi? Yoksa hepsi Ayten'in intiharından sonra geçirdiği trafik kazasında ağır yaralanıp, komada gördüğü rüyaların bilinçaltında yatan hayalleri miydi? Hiçbir zaman bilinemedi...
-SON-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Yetmiyor
RomantizmHer geçen gün kaybetmek nedir bilir misin? Damla damla rakıya damlamak gibi, yavaş yavaş saflığını dumanlı hayata bırakmak gibi... Kaybetmek nedir? En iyi biz biliriz be dostum. Bu yüzdendir acı çekmelerimiz. Bu yüzdendir kaybetmelerimiz. Aşkta kay...