Dayanamadım, yazdım. Siz yine de çok şey yapmayın çünkü vizelerim yaklaşıyor... Bir sonraki bölüm bir ay sonra gelecek muhtemelen.
Burada olan herkes için çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız!
Ha bir de ikinci kitap olmayacak. 29. bölüm tek final.
Söylemek istediğim birçok şey var ama final bölümüne bırakıyorum.
İyi okumalar, teşekkürler.
26. Bölüm ''Kan''
Gök gürüldedi yıldırımı üstüme yağdırdı. Ruhumu ikiye böldü, çamura buladı ve sonra parçalamak için birkaç darbe daha vurdu. Ruhuma batan dikenler, ruhum bedenimden ayrılırken, miras olarak tenimde iz bıraktı. Tam on dokuz diken saplıydı varlığıma. Her biri gün geçtikçe derimin içine ilerliyor, sonsuz bir yer ediniyorlardı kendilerine. Onlardan kurtulmuyordum, onları daha da derine itiyordum. Sırtımı yarıp geçecek kadar büyük dikenler de vardı, damarımda kanımla birlikte ilerleyen hissi küçük ama sürekli sızlatan dikenler de. Onları ruhumdan çekip ayırmak için kendimi tekrar ve tekrar kanatmam gerekiyordu. Çekip çıkarttığım her diken ruhumda delikler açacaktı. Sonra oradan oluk oluk kanlar akacaktı, ben akan kanları biriktirip kana kana içecektim ama ruhum dolmayacaktı. Gittikçe boşalacak, boşaldıkça ölecek ama öldükçe dirilip ızdırabın içinde kavrulacaktı.
Razıydım.
Tükenene kadar ateşler içinde kavrulmaya razıydım. Ruhum, bedenim zaten alevler içindeydi. Çok güçlü olmayan ama sürekliliğini koruyan kızıl alevlerin içinde kalmıştım. Canımı yakıp beni öldürmüyorlardı. Canımı yakıp beni güçlendiriyorlardı. Ama o güçsüzleşmişken ben güçlü biri haline gelemezdim. Ben ona yardım edemezdim. Damarlarımda, ruhumda, üstümde olan tüm dikenlerin sahibi gücünü kaybederse dikenler yolunu kaybederdi. Kambur da olsam taşıyamazdım, düşerdim. Sonra başkaları bundan faydalanır, bambaşka dikenler saplarlardı kamburuma. Ruhum sahibini bilmediği dikeni kabul etmezdi. Önce dikeni çürütür sonra içini yarıp çıkan çürümüş suyla beni boğardı.
Korku duygusu içimde büyürken ona baktım.
Güneşli bir günde etrafımızda dolaşan kasvetli havayı besleyen tek kişiydi. Dikenlerimin sahibi elinde paslı bir kürekle annesini gömüyordu. Gözleri kupkuruydu, dudakları ısırmaktan kıpkırmızı. İnce giymişti ve soğuktan etkilenen elleri bembeyazdı. Kuvvetli bir duruşla küreğin sapına tutunmuş, kimseye minnet etmeden son görevini yerine getirmeye çalışıyordu. Ayakları yere sağlam bassa da, biliyordum ki bir yerlerde titreyerek yere yığılmayı diliyordu. İnsan her zaman güçlü olmaktan bitap düşerdi ama güçlü görünmeye çalışmaktan daha çok değil. O gücünün de sabrının da son demlerini kullanıyordu. Kısa bir süre içinde, bir gün pes edecekti.
Daha çok korktum.
Aren'in bir gün ben dahil her şeyden elini ayağını çekme ihtimali nefesimi kesmişti. Oysaki birkaç gün öncesine kadar bu bataklığın içinden çıkıp beni tek bırakması için her şeyi yapacağımı düşünüyordum.
''Bırakma,'' dedim kendime hakim olamayarak. Kafasını eğildiği yerden kaldırıp yüzüme ruhsuz bir ifadeyle baktı. ''Ne?'' derken o kadar meraksızdı ki kafamın içinde cam parçaları ufalanmıştı. ''Beni bırakma, olur mu?'' dedim hafif bir sesle. Bir süre bana baktı, sonra etrafımızdaki diğer insanlara. En sonunda kafasını gökyüzünden yana çevirip içini çekti. ''Olur,'' dedi sonra elindeki küreği toprağa saplayarak devam etti.
O kadar inanmamıştım ki verdiği cevaba boğazım kilitlenmişti. Yutkunma refleksimi kaybetmiştim ve bu devam etmemem için iyi bir bahaneydi. Bırakacağını hissediyorum dersem Aren kızardı. Kızdığında ona ulaşmam imkansız oluyordu. Günler boyunca beni sürüklediği labirentten çıkamıyordum. Bulduğum çıkış yolu ise o kadar dar bir alana inşa edilmiş oluyordu ki, her seferinde ondan bir parça daha kaybediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAKLIK
Teen FictionKişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk tene değen eller gerçek bir insana değmiş sayılır mıydı? Ya da gördüğü manzara karşısında parıldamayan gözler bomboş bakışların kurbanı olduğ...