29. Bölüm ''Bataklık''
Yağmur çiseliyordu. Birkaç gün içerisinde son rengin de solacağından habersiz bir şekilde kaldırım taşları arasından başını çıkartmayı becerebilmiş çimenleri canlandırıyor olsa da verdiği huzurun bilincindeydi. Bilincinde olmadığı bir şey vardı: benim dünyamda hepsi solacaktı. Renkler de, bitkiler de. Çok az kalmıştı. O andan sonra yağmurun verdiği canın, güneşin aydınlattığı odaların ve daha nicesinin benim için bir önemi kalmayacaktı. Şimdilik bunu bilmiyordum. Şimdilik bildiğim tek şey onun gidiyor oluşuyla tanıdık tüm kötü hislerin boğazımı yakıyor olduğuydu. İçimde büyük bir yangının kopmasını sağlayacak olan bir kibrit vardı. Ateşi doğurmak için hazır olda bekliyor, o bu evden adımını attığı an da tüm vücudumu sarabilmesi için elinden geleni yapacakmış gibi hissettiryordu.
Kibriti var eden bendim. Doğurganlığını gösterebilmesi için ona gerekli ortamı sağlayan, tüm duygularımı kavrulmak üzere hazır hale getiren bendim. Bu öyle bir lanet idi ki hiçbir yağmur var olacak yangını söndürmeye yetmeyecekti. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda iyice anlayabiliyordum. Benim kavrulup kül olmam gerekliydi, onun izlerini ancak öyle silebilirdim. O zaman dahi onun bende bıraktıklarından tam anlamıyla kurtulamayacaktım. Ruhum elindeydi. Ruhum onun dikenlerini giyiyordu.
İçimdeki endişe duygusu artarken ona baktım. Onun dikenleri beni asla ıskalamamışken, benim renklerim onun siyahında çoktan kaybolmuştu.
Ona yansımıştım. Kısa bir süre için de olsa hiç kimsenin ona dokunamadığı bu acıtan mesafede ben onda var olabilmeyi başarmıştım. O zamanlar şeffaftı. Beni içine çekmese de engelleyemiyordu. Şeffaf ruhuna çarpıyor sonra ayaklarına kadar sürünüyor, tüm ruhunu boyuyordum.
Bir gün siyah tarafından ele geçirilmeye başladığını fark ettiğimde ruhuna dokunma cüreti gösterdim. Ben onun siyahını kovmayı hedeflerken yenilgi sürekli biçim değiştirerek renklerimi benden çalmış, her renkten sonrasını derin bir karanlığa mahkum etmişti. Direnmek bir seçenek değildi. Elimi onun ruhundan çekersem onu kaybederdim, çekmezsem kendimi. Kendimi kaybetme ihtimalim ise onu kaybetme ihtimalimden daha ağır basmıştı.
Şimdi ise hem onu hem de kendimi kaybediyordum.
Bir insanın derisinden çok derin bir yara sonucu durdurması imkansız halde oluk oluk akan kanlara benziyorduk. Pıhtılaşmaya yüz tutmuyor aksine çoğalarak her yere bulaşıyorduk.
Bende bıraktığı izlerden ömrüm boyunca kurtulamayacağımı düşündükçe ağrımaya başlayan başıma tutundum. Yağmur damlaları yüzüme doğru düşerken ellerimi kaldırıp onlara dokunma isteğimi bastırmak zorunda kalmıştım. O kadar boğuk günler geçiriyorduk ki beni iyi hissettirecek birkaç saniye yaşamayı kendime hak görememiştim. Nefes almaktan mahrum bırakılan bedenlerin arasında geçirdiğim kaçıncı gün olduğunu artık bilmek istemiyordum. Zaman geçtikçe gördüğüm solgun tenlerin sayısı artıyordu ve sıradaki ten kime ait olacaktı tahmin edemiyor, etmiyordum.
Onun dünyasında hüzne yer olmaması ve benim tamamen duygularına bağımlı olarak yaşayan bir insan olmam atmak üzere olduğumuz her adımı ayrı yönlere doğru çekiyordu. Ben ne olursa olsun onunla olmak isterken, o mantıklı olanı seçmeye programlamıştı kendisini. Yaşadığı kaybın nedeni olarak önce kendisini sonra da beni görürken onun fikrini değiştirmek için önüne sunabileceğim bir argüman olmadığını biliyordum. Bu, tartışılabilecek bir konu olmaktan, bir hayat sonlandığında çıkmıştı.
Arkasında ufak adımlarla yürürken aramızdaki mesafenin açıldığını yeni fark ediyordum. Birkaç sık adımla yanına ulaştım. Alınması gereken hesap alındığında kimseyi beklemeden orayı terk edince peşinden gitmiştim. Geride kalanları yok etme işini tamamen onlara yıkarak her şeyle ilgilisini şu andan itibaren kestiğini belirtmek istiyor gibiydi. Bir kere bile dönüp arkasına bakmamıştı. Hiç kimseyi istemediğini biliyordum. Benim onunla birlikte olmamdan rahatsız olma ihtimali beni şüphelendirmeye başlarken şiddetini arttırmaya başlayan yağmurla beraber üstümdeki monta sıkıca tutundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAKLIK
Teen FictionKişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk tene değen eller gerçek bir insana değmiş sayılır mıydı? Ya da gördüğü manzara karşısında parıldamayan gözler bomboş bakışların kurbanı olduğ...