Antalya'ya varmamıza yaklaşık 2 saatimiz kalmıştı. Arabayı ben sürüyordum. Ondan zorla arabayı almıştım. O ise gözlerini yola dikmiş dışarıyı izliyordu. Derin bir iç çekti ve bana döndü.
"Bunun gerçekten işe yarayacağını mı düşünüyorsun?" diye sordu.
Kısa bir süreliğine ona baktım ve tekrar yola odaklanırken cevap verdim.
"Bilmiyorum. Deneyeceğiz."
"Ne kadar süre orada kalacağız peki?" dedi.
Bunu ben de bilmiyordum ama bir şeyler öğrenmem gerekti.
"Onu konuşturana kadar." diye cevap verdim.
2 saat sonra güzel bir otelin önündeydik. Büyük,krem rengi bir binası vardı ve denize sıfırdı. Biliyorum, buraya tatil yapmak için gelmemiştim ama gelmişken neden buradaki ayrıcalıklardan faydalanmayaydım ki? Arabadan indik ve valizlerimizi alıp içeri girdik. Bugün kardeşinin yanına gitmeyecektik. İkimiz de oldukça yorgun düşmüştük. Odalarımızın anahtarını alıp odalara yürüdük. Odama girerken ona baktım.
"Yemekte görüşürüz." dedim ve içeri girdim.
İçerisi büyüktü. Çift kişilik üzerinde çiçek işlemeleri olan bir yatak karşısında orta boy bir televizyon vardı. Televizyonun yanında küçük bir masa ve sandalye vardı. Makyaj masası gibiydi. Önünde de kenarlarında işlemeler olan bir ayna vardı. Çantamı masanın üstüne koydum ve balkona çıktım. Küçük ama güzel manzaralı bir balkonu vardı. Etrafta yeşilin neredeyse her tonunu barındıran ağaçlar vardı. Karşımdaki denize baktım. Gerçekten güzel gözüküyordu. Dalgaların beyaz köpükleri kıyıya vururken insanlar kumsalda eğleniyorlardı. Gençler voleybol oynuyor, çocuklar kumdan kale yapıyorlardı. Herkes mutluydu. Eğer babam ölmeseydi ben de böyle olabilirdim diye düşündüm. Ben de arkadaşlarımla eğlenebilir, denizde arkadaşlarıma su sıçratabilirdim.
İçeri girdim ve mini buzdolabından bir kola çıkarıp balkona çıktım ve sandalyalerden birine oturdum. Burası bana şimdiden huzur vermeye başlamıştı. Kafamı umutsuz düşüncelerden uzak tutuyordu. Kolamı bitirdim ve ayağa kalktım. Yemek saatine kadar uyusam iyi olacaktı. Sol tarafıma baktığımda onu gördüm. Kendi balkonundan dışarı bakıyordu ve telefonla konuşuyordu. Ne konuştuğunu duyamamıştım. İçeri girdim ve kendimi yatağa attım.
Uyandığımda güneş yavaş yavaş batıyordu. Telefonumu çıkarıp saate baktım. Yemeğe yarım saat vardı. Valizimdeki kıyafetleri çıkarıp dolaba yerleştirdim. Dolabımdan pembe, rahat bir elbise giydim. Kumral, dalgalı saçlarımı açık bırakıp dolgu topuk ayakkabılarımı giydim. Dudaklarıma parlatıcı sürüp gözlerime rimelimi de sürdüm ve en sevdiğim parfümümden sıktım. Artık hazırdım. Acaba gidip onu odasından almalı mıydım? Yemeğe inip orda da onu bulabilirdim. Ama çok kalabalıktı.
Kapımın çalınmasıyla düşüncelerimden ayrıldım. Kapıyı açtım. Poyraz karşımda duruyordu. Beyaz, kısa kollu bir tişört giymişti. Altında siyah bir pantolon vardı. Kahverengi saçları dağınıktı. O da beni kısa bir süreliğine süzdü.
"Eğer hazırsan yemeğe inelim." dedi.
"Tamam." dedim ve gülümsedim. Aşağı indik ve yemeklerimizi alıp oturduk.
"Burası güzel bir otel." dedi bana bakarak.
"Evet." diye cevapladım.
O sırada telefonu çaldı ve ayağa kalktı.
"Afedersin." dedi ve uzaklaştı. Telefonla konuşurken sinirli gözüküyordu. Sinirle parmaklarını saçlarında gezdirdi ve telefonu kapattı. Geldi ve karşıma oturdu.
"Bir sorun mu var?" diye sordum.
"Hayır, sadece bir arkadaş. Nerede olduğumu merak etmiş." dedi.
Bunun bir yalan olduğunu anlamıştım ve bunun peşini bırakmayacaktım. Ne olduğunu öğrenmeliydim.
Yemeğimizi bitirdikten sonra ayağa kalktım.
"Sahile gidelim mi?" diye sordum.
Kafasını salladı.
"Olur." dedi.
Beraber sahile yürüdük. Etraf güzel çiçek kokularıyla doluydu. Çok hafifçe esen rüzgar denizin nemiyle karışıp güzel bir hava yaratmıştı. Sahilin orada bar gibi küçük bir yer vardı. Oraya gittik ve sandalyelere oturduk. İçeceklerimizi sipariş ettikten sonra bana baktı.
"Bir şey sorabilir miyim?" diye sordu.
"Eğer cevaplayabileceğim bir şeyse sorabilirsin." dedim ve gülümsedim.
"Neden bu kadar kendini kapattın? Yani demek istediğim baban öldükten sonra o kadar üzülmüşsün ki kapalı bir kutu gibisin. Biliyorum, babanın gözünün önünde ölmesi çok üzücü ama iki senede atlatılamayacak bir şey değil." dedi.
Söyledikleri doğruydu.
"Öyle, ama babam öldüğünde kimse yanımda olmamıştı. Olan bir kaç kişi ise birkaç hafta sonra varlığımı bile unutmuşlardı. Yani yalnızdım. Ve yalnız oldukça sürekli aklıma babam geliyordu. Ve bir de annem var.."
Annemle ilgili tozlu raflara kaldırdığım anılarım tekrar canlanmıştı.
"Annene ne oldu?" diye sordu.
Yutkundum.
"Annem ben 14 yaşındayken bizi terk etti. Babamın işleri biraz kötü bir durumdaydı. Annem de zengin bir adamın yanına gitti. Babamla da zengin olduğu için evlenmişti zaten. Bencilin tekiydi. Biliyorum fazla dramatik bir hayatım var."
Biraz şaşkın biraz da acıyan gözlerle bana baktı.
"Peki, bunları bana neden anlatıyorsun? Sonuçta senin için sadece bir yabancıyım." dedi.
Omuz silktim.
"Belki sana güvendiğimdendir." diye cevap verdim.
"Bana güveniyor musun?"
Gülümsedim ve cevap verdim.
"Seni tanımıyor olabilirim ama sana tanıdığım çoğu insandan daha fazla güveniyorum."