2. Bölüm

9.4K 536 302
                                    

Akşam saat 5 civarı idi. Akşama yemeğine 1 saat vardı. Hepimiz midemizin guruldamalarını kulak asmamaya çalışıyorduk.

'Akşam yemekte ne var acaba?'diye hayaller kurduğumuz falan da yoktu. Yediğimiz şeyler belli şeylerdi. Yada yemediğimiz mi demeliyim...

Akşam yemeğinin gelmesini beklerken aniden hepimizi toplayıp uçurumun kenarına getirdiler. Ne yapacağımızı bilmeden birbirimize bakıyorduk. Her tarafı dağ ve yamaçlardan oluşan bir yerde o uçurumlardan birinin kenarında idik. Aşağı baktığında ise gördüğün tek şey deniz ve kayalar idi... Ortamın sessizliğini bozan, kulağıma gelen dalga sesleri ve yüzümüzü yalayıp geçen rüzgarın uğultusuydu. Burnuma dolan deniz kokusu ile aklıma mavisine öldüğüm, hırçın dalgalarına kurban olduğum memleketim Trabzon geldi. Nasıl da özlemiştim evimi, ailemi... Ama burası özlememize bile izin vermiyordu. Özlem, acı, hasret nedir unutmaya başlıyordun zamanla. Bir robot misali verilen emirlere uymaktan, denilenleri yerine getirmekten başka bir şey yapmıyordun. 363 gün boyunca biz bir robot onlar ise kumandalarımızın elinde olduğu yönetenler idi. Haliyle duygu nedir unutuyordun...

Aklımdaki düşüncelere bir son verip bulunduğum duruma odaklandım. Madem buradayım, madem bu kadar şeyi çekiyorum, o zaman çektiğime de değmeliydi. Elimden gelenin en iyisini yapıp burdan zafer ile ayrılmalıydım. Kendi zaferim ile...

Bu cehennem gibi yerde 20. günümüzdü ve şimdiden 2 kişi pes etmiş 4 kişiyi ise komutanlar elemişti. Bizi ise zorlamaya devam ediyorlardı. Özel kuvvetler askeri olmak isteyen bendim. Abimde, amcamda özel kuvvetler askeri eğitimlerini anlatmıştılar. Zordu evet ama şuan yaptıklarımızın onlarla bir alakası da yoktu. 20. gündü ama biz sanki 20 yıldır buradaydık. Ne gecemiz ne gündüzümüz vardı. Ben bu düşüncelere dalmışken komutanın sesiyle düşüncelerdimden sıyrılıp komutanı dinlemeye başladım.

"Birazdan elleriniz ve kollarınız bağlı suya atlayacaksınız. 2 dakika içinde karada olmayanın canını okurum!"diyince içimden "Hele şükür bilindik bir eğitim..."diye geçirdim.

Bu sırada komutanı dinlemeye devam ediyordum. Diğer komutanlar ise bizi uçurumun kenarına dizmiş, ellerimizi ve bacaklarımızı bağlamıştı zaten.

"Yapacak olduğumuz bordo bereli eğitimi ama sizin onlardan bile bir farkınız olmalı..."diyip sırıttı.

'Hayır ya bu adam böyle sırıtınca bir şeyler ters gidiyor en azından bizim açımızdan'diye süşünürken duyduğum şey ile istemsizce ağzımdan 'oha' lafı çıktı.

"Hepsinin gözlerini bağlayıp denize atın !"demişti. Ayaklar kollar tamam da göz bağlamak nerden çıktı! Gözlerim bağlanırken ben durum tespiti yapıyordum.

Bir anda sırtıma yediğim tekme ile ayaklarım yerden kesilmiş ve kendimi uçurumdan süzülürken bulmuştum.

Bam! Buda ne?

Bir şeye çarptım!

Şuan bel kemiğim kırılmadı ise bir daha kırılmayacağına kesin karar verdim o an. Çarptım çarpmasına ama düşmeye de devam ediyordum. Aklıma gelen şey ile sırıttım. Göz bantından kurtulmanın iki yolu vardı. Ya parmağımı çıkarıp kelepçeden kurtulup gözlerimi ve ayaklarımı çözecektim ya da şuanki atlayışımı değiştirip suya kafadan dalmalıydım. Ama ne kadar mesafe kaldığını görmediğim için hesaplayamıyordum. Hemen pozisyonumu aldım. Bu pozisyonda daha çok hızlanmıştım. 1-2 saniye içinde suya daldım. Canım yanmıştı ama hedefime ulaşmıştım. Gözüme bağladıkları şey suyun tazyiği ve süratten dolayı gevşemişti. Ağzımla ucunu yakalayıp aşağıya çekince gözlerimi açmayı başarmıştım. Yönümü değiştirip balık yüzüşü ile sadece bağlı ayaklarımı kullanarak karaya doğru yüzmeye başladım. Bu esnada parmağımı çıkarmıştım. Acısı ile yüzümü bir an buruştursamda ne acısı yavaşlamama neden oldu ne de ipten kurtulmak için yavaşlamaya niyetim vardı...

Bir Bordo Bereli HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin