3.Bölüm

8.9K 460 234
                                    

Burada geçirdiğimiz 261. günün gecesiydi. Herkes uyurken beni uyku tutmamış daha önce yaşadığım zorlukları düşünüyordum. 261 günü görmüş biri olarak içimde bitmek bilmeyen bir sıkıntı vardı 363. günü görebilecek miyim diye... Ama kararlıydım! Burdan en iyisi olarak çıkacaktım! 261 gündür nasıl en iyisi bensem kalan 102 günde de en iyisini yapacaktım. Zaten sadece canımız kalmıştı almadıkları onu da almazlardı herhalde vatana yararlı asker yetiştirmek adına. Bunları düşünürken burda geçirdiğim en acı, en işkenceli gece geldi gözümün önüne...

***

Flashback

Dışarda kar 12 santime ulaşmış bizi ise karda soymuşlar karın üstünde yatırıyorlardı. Rüzgarın soğuğu bedenlerimize bir kamçı gibi vuruyordu. Bir süre sonra zaten vücut sıcaklığın düştükçe soğuktan her tarafın uyuşmaya başlıyordu. Şimdiye kadar her şey normal olsada sonrasında olanlar hiç normal değildi...

21 kişi kalmıştık elenme potasında. Sadece bir kişi vardı elenecek olan ve o da karda yatmaya daha fazla dayanamayınca komutanlar tarafından tekme tokat elenerek içeriye alındı. Elenen kişi, saat kaç olursa olsun buradan hemen giderdi. Tutmazdılar sabah gitsin vs. diye. İşte son kişi de buraya veda etmişti.

Biz karda yatmaya devam ederken komutanlardan biri karşımıza geçti ve konuşmaya başladı.

"Bundan sonra hiçbir şekilde kimsenin elenme, pes etme hakkı yok! Artık siz tamamen benimsiniz!.."

Komutan konuşmasına devam ederken bir Üsteğmen elinde tuttuğu yeşil çarşaf gibi şeyler ile koşarak komutanın karşınına geçip baş selamı verdi.

"Komutanım her şey hazır."diyince komutanda başı ile onaylayıp Üsteğmenin elindekileri aldı ve bize doğru fırlattı.

"45 saniyeniz var bunları giyinin ve ön bahçede toplanın."

45 saniyeyi duyunca bir hışımla bize atılmış şeylere doğru hücum ettik. Herkes birer tane alınca şok olmuş şekilde birbirimize bakmaya başladık. Bunlar ameliyat önlükleri idi! Birbirimiz ve çarşaflar ile olan bakışmayı kesip daha fazla zaman kaybetmemek adına hemen giyip ön bahçeye doğru koşmaya başladık. Gördüklerimizle adeta küçük dilimizi yutmuştuk. Resmen bahçede ameliyathane vardı açık havada. Etrafına çekilmiş ne bir branda vardı ne de başka bir şey. İçimi bir ürperti kapladı ama soğuk havadan değildi... Bize her ne yapacaklar ise onun ürpertisiydi bu. Hemen göz ucuyla sayınca 20 tane ameliyat masası olduğunu gördüm. Bu esnada komutan sırıtarak konuşmaya başlamıştı.

"Hani ilk gün sizin her şeyiniz benim demiştim ya... İşte!.. Bana ait bir şeyi alacağım bugün sizden. Burada göz liflerinizi alacağım. Ağlamak nedir unutacaksınız, gözünüzün liflerini kurutacağım. Beyninize hücum edecek olan her bir göz yaşı birikintisi en fazla ağzınıza toplanacak, o da tükürük gibi çıkacak."diyince biz donup kalmıştık.

Komutanın verdiği "Sedyelere yatın!" emriyle kendime gelmiştim. Kendime geldim derken düşüncelerimden sıyrılıp normal hayata dönmüştüm. Verdiği emir öyle hafife alınacak bir şey değildi ama el mahkum diyip adım attım ve ilk sedyeye uzandım. Bizim çocuklar da aynı şekilde şaşkın ve korkak bakışlar ile sedyelere uzanmıştı.

Evet biz bir askerdik ama korkardık. Hani her 20 yaşında askere gidenler için ana kuzusu derler ya biz neyiz o zaman? 14 yaşında, küçücükken ellerimizde hissettik tüfeğin kara metalinin soğukluğunu. Biz aile hasretini hissetiğimizde ordu malı ranzalarda mavi çarşaflara sarılıp ağlardık. Şimdi sadece bu özgürlüğümüz varken onuda elimizden alıyorlardı işte! Artık gözyaşı bile dökemeyecektik...

Komutanın "Başlayın."komutu ile hemşir ve hemşireler bizi sedyelere bağlamaya başlamıştılar. Bu esnada konuşmaya devam eden komutanı dinlemeye calışıyordum.

Bir Bordo Bereli HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin