|24|
"Nasılmış benim bitanem?" sabahın bu saatinde başında dikildiğim için harika hissetmesini beklemiyordum elbette zaten uykusunu alamadığı da belliydi.
"Hoşgeldin Luhan hyung!" yarı kapalı gözlerine rağmen yastığından ayrılıp boynuma dolanması beni güldürmüştü. Onu seviyordum, onu çok çok seviyordum. Özlüyordum da.. Hastalığını öğrendiğimden beri daha çok özlüyordum, tıpkı beni özlediği gibi. Sırf bugün geleyim diye ta akşamdan anneme aratıp söz almıştı benden. Ve söz verdiğim gibi uyanır uyanmaz kendimi Yuhan'ın yanına atmıştım.
"Biraz daha uyumak ister misin?" halsizliği beni endişelendiriyordu. Normalde olsa hayatta onu uyutmaz sırf kaşınmak için kıdıklar başında dikilirdim ancak şimdi ona kıyamıyordum.
"Hayır! Ben de seni bekliyordum zaten. Çabucak sabah olsun diye dua ettim dün gece. Annem Tanrı'dan istediğim her şeyin gerçek olacağını söyledi biliyor musun?"
"Öyle mi ne istedin peki Tanrı'dan?" biraz düşünür gibi yapıp kucağıma oturduğunda yumuşak saçlarını sevdim.
"Senin gelmeni diledim işte. Sonra oyun oynamayı, birlikte oyuncak fuarına gitmeyi diledim!" heyecan dolu bakışlarının ardından uzunca bir süre gülüştük. Onun Tanrı'dan istediği şeyler bu kadardı işte. Mutlu olmak ve yaşıtları gibi eğlenmekti sadece. O an içimden bu mutluluğunun hiç kesilmemesini diledim. Onun isteklerine kıyasla benim isteğim daha ağırdı belki ama Tanrı'nın beni duyacağını biliyordum. Bu kadar küçük bir cana hastalık yüklü yıllar yüklemeyeceğini umuyordum.
"Gideriz değil mi abi? Hem bak Tanrı'ya söyledim, kabul etmek zorundasın!"
"Bebeğim bugün fuar olmaz ama oyun oynama kısmını gerçekleştirebiliriz." öğleden sonrası için Sehun'un yanına gitmeyecek olsaydım elbette onu götürürdüm ancak bu olası iş görüşmesi için önemliydi. Patronuyla irtibata geçmeliydim.
"Ya ama neden!? Hani dua edince gerçek oluyordu? Annemi babama şikayet edeceğim bana yalan söyledi!" koşarak kucağımdan atlayıp odadan çıktığında kahkahalarla onu takip ettim.
"Ya! Babam yok!" salonun ortasında bağırıp ağlamasıyla kendimi tutamamış daha çok gülmüştüm ancak ne yazıkki ben ne kadar gülersem o o kadar ağlıyordu.
"Oğlum baban Itaewon'da ya."
"Hani hemen gelecekti, hala gelmedi!" zaten anneme kızgınken bir de annemi görmesi pek iyi olmamıştı sanırım. Resmen kafa tutuyordu. "Bak yine yalan söyledin! Annemi kime şikayet edeceğim ben şimdi?" kocaman açılan ağzından yüksek sesli haykırışlar koptuğunda yastıkla suratımı gizledim. Gerçekten gülmekten nefes alamıyordum. Ağladığı şey çok saçmaydı.
"Yuhan sessiz ol bitanem kardeşlerin uyuyor ama." annemin tüm 'dua' muhabbetinden habersiz olmasına üzülmüştüm. Bu daha da komikti.
Yuhan'ı susturma çalışmalarımızın başarılı olamaması üzerine uyanan kardeşlerim, onların huysuzluğuyla uğraşan annemin yarım yamalak hazırlayabildiği kahvaltı ve Yuhan'ın bitmek bilmez oyunlarıyla birlikte saatler geçmişti. Zaten eskisine göre daha bitkin olan bedeni yüzünden Yuhan da fazla dayanamamış oyunu bir kenara bırakıp yastıkların üstünde uyuyakalmıştı.
Anneme kısaca yayımevleriyle anlaşmak istediğimden ve Sehun'un iş yerine gidip patronuyla görüşeceğimden bahsedip, kardeşlerimi öperek çıktım evden. Yolu bilmiyordum. Zaten bilsem Sehun'a sormaz kendim giderdim görüşmeye. Bu yüzden kısaca mesaj atıp konumunu istedim kitapevinin. Anında gelen cevapla rota belirleyip yola koyuldum. Neyseki çok uzak bir tarafta kalmıyordu. Böylece kısa zamanda ulaşmıştım. Öyle heyecanlıydım ki kendimi yayımevine iş görüşmesine gidiyor gibi hissediyordum. Halbuki daha kabul edilip edilmeyeceğim bile belli değildi. Hayalimdeki işin daha çok başındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ROOM 520 | Hunhan
FanfictionBiri manhwaga olma uğruna tek başına sessiz sakin bir eve geçmeyi, diğeri ise her gün kapısına dayanan ayyaş ev sahibinden kurtulup kendi evinin sahibi olmayı hayal ediyordu. Lakin, ikisi de kendilerini dolandırarak aynı evi satan şerefsiz emlakçıyı...