Arabayı kullanırken aynı zamanda içimde tarif edemediğim büyük bir sıkıntının içimi bir kurt gibi yeyip bitirdiğini hissediyordum.
"Neyin var Mustafa, sevdiğinin yanına gidiyoruz işte. Sevinmemiş gibi bir hâlin var."
İçimden geçenleri, benim gözümde (dayı) sıfatı taşıyan Tahir'e anlatabilirdim.
"Biz ona sevinmemiş demeyelim de, içimde... İçimde bir korku var Tahir. Bunu anlayabileceğini sanmıyorum; ama sahiden de içimi yeyip bitiren bir sıkıntı var. Üstelik böyle şeyler bende genellikle doğru çıkar."
O'nun evine giden virajlı yokuşu tırmanmaya başlamıştım.
"Şunu hiçbir zaman unutma evlat. İyi düşünürsen, iyi şeyler olur."
Sitemle söylendim Tahir'e.
"Senin karşında çocuk yok Tahir. Boş yere beni rahatlatmaya çalışma. Zaten başaramazsın."
"İyi... Sen bilirsin... O zaman böyle otur kuşkular içinde kıvran dur evlat olur mu?"
"Dayı kusura bakma bak. Gerçekten şu birkaç günde yaşadıklarım beni fazlasıyla yordu. Bu yüzden söylediğim laflara dikkat edecek durumda değilim şu aralar. O yüzden, beni mazur gör."
Daha tanışalı henüz 6 saat kadar olmuş bu adama karşı derin minnet hisleri beslediğim su götürmez bir gerçekti. Ona derin bir sevgi ve saygı duyuyordum. O kendisini deli olarak ilan etmişti ama dünyadaki insanların en akıllısının kendisi olduğunun farkında değildi.
"Hiç olur mu öyle şey! Sen de amma yaptın ha. Ben bu kadar anlayışsız, vahşi bir adam mıyım?"
"Yo hayır, değilsin ama... Elimde olmadan insanlara kırıcı sözler söylemekte üzerime yoktur."
"Bunun hiçbir önemi yok. Herkesin hayatı senin benim hayatımız gibi engebeli değil. Şu zamana kadar hiç kötülüklerle ve zorluklarla karşılaşmamış insanlar, elbette haklı olarak karşılarındaki insanlardan iyi davranışlar bekleyecekler. Verdikleri olumsuz tepkiler de bundandır bence. Ama ben onlardan değilim evlat. Şurada gel, bana istediğini söyle; bağır çağır istediğini söyle, yine de sana kızamam. Çünkü senin yaşadıklarının daha ağırını yaşadım ben."
O'nun benimle bu kadar açık ve samimi konuşması az da olsa yüreğimi ferahlatmıştı. Sahi... Acaba O yıllar öncesinden ne yaşamış olabilirdi de acıları bu kadar derinleşebilmişti? Kederi yüzünden kolaylikla ayırt edilen bu adamın başına ne işler gelmişti? Aslında hazır yolumuz uzunken, bunları kendisinden öğrenmenin tam sırasıydı.
"Dayı be, sahi... Ben sana bütün geçmişimi anlattım, ama sen kendi hayatından bana hiç bahsetmedin."
Emniyet kemerini bağlarken yine o her zamanki anlamlı bakışlarını yüzüme çevirdi.
"A evet; anladım seni. Pekâlâ... Benden öğrenmek istediğin nedir?"
Ne söyleyeceğimi önceden prova etmiş gibi, dayının lafı biter bitmez hemen atıldım.
"Her şeyi. Senin hakkında her şeyi öğrenmek istiyorum. Kimsin, nereden geldin, nasıl bir hayatın var ve geçmişinde başına neler geldi?..."
"Yavaş ol delikanlı. Ben bu kadar soruyu cevaplayacak kadar enerjik bir adam değilim."
Haleli bir ifadeyle dayıya güldüm.
"Kolayı var dayıcım! Anlatmaya istediğin yerden başlarsın, bir de ara sıra sorduklarıma cevap verirsin; Olur, biter."
Evet anlamında başını salladı.
"Eh, peki o zaman... Sana hayatımı ta en başından itibaren anlatacağım Mustafa."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi duvar
Fiksi RemajaNeden yalnız kalır ki insan? neden bu kadar ağırdır yalnızlık? 100 kiloluk dambıldan daha ağır olduğu için mi ağır diyorlar? yoksa aslında 100 kilo ağırlık olarak bile hükümlü değil mi? Bana göre yalnız kalmak sensiz kalmaktır kadınım. Kimse yalnız...