Aşk, soğuktan çatlamasına karşı ellerimizi korumak için eldiven giymek kadar basit değildi. Yani kısaca, şemsiyeni açarak sadece yağmurdan ve güneşten korunabilirsin; peki ya aşktan?...
Şimdilik şaşkınlığımdan kurtulup neden böyle davrandığını öğrenmeliydim.
Kendisine çekinerek sordum.
"Benden ne istiyorsun?"
Mantıksız olsa da, bu durumda sorabileceğim tek sorunun bu olduğunu düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Gözlerim sürekli kendisine kayıyordu ve elindeki hafif ama etkisi yüksek silahın göz alıcı metali, etraftaki karanlığa rağmen parıltısını kaybetmemişti.
"Duymadın mı beni? Beni hemen buralardan götür çabuk. Peşimize düşerlerse bu sefer sen de kurtulamazsın, ben de... anladın mı beni?"
Bir kat daha artan şaşkınlığımla, O'nun söylediklerini onaylamakla yetindim ve bana söyleneni yapıp arabamı çalıştırdım ve ıssız ormanlık yolda, dikkat çekmeyecek bir hız artışıyla ilerledim.
"Peki nereye gidiyoruz?"
Benden istenenleri harfiyen yerine getirmiştim; ama buna rağmen şakaklarıma dayalı olan silahın soğuk ucu, hâlâ inmemişti. Duvağından yüzünü seçemiyordum ama hareketlerinden ve tavırlarından ne kadar endişeli ve korkulu olduğu anlaşılabiliyordu.
"Bunun hiçbir önemi yok, gidelim de, nereye gidersek gidelim; hiç fark etmez. Yeterki çok uzaklara, kimsenin bizi bulamayacakları bir yere götür beni."
Kararlı çıkan sesinden, kendisinin söylediklerini yapmadığım taktirde, hiç gocunmadan beni öldürebileceği izlenimine ulaşıyordum.
"Yalnız?"
Tereddütlü çıkan sesimden, kendisinden isteyeceğim şeyi zihnimden bir kez daha geçirdim. Kesinlikle makul bir istekti. Acı bir gerçekti bu ama, ben O'na, O da bana; yani ikimiz de birbirimize güvenmek zorundaydık.
Nasıl bir tehlikenin içine düştüm? Bilmiyordum ama bu işin ilerisini, gideceği noktayı tahmin etmek pek de zor olmamalıydı.
Sertçe, "ne var," diyerek söylendi. Bütün bunları yapmaya kalkıştığına göre her türlü şeyi göze alan, gözü kara bir kız, dünyada yaşayan milyarlarca insanoğlunun içinden sadece beni bulmuştu. Kadere razı göstermekten başka yapılacak bir şey olmadığından içimden Allah'ıma dua ettim.
"Silahınızı diyorum, artık indirmenizin vakti gelmedi mi? Hem eminim kolunuz da yorulmuştur."
Söylediklerim, kendisinde mantıklı etkiler bırakmış olmalıydı ki, söylediklerimi biraz düşündü.
"Banabak delikanlı; eğer hayatta kalmak istiyorsan benim işlerime karışmayacaksın ve yalnızca benim isteklerimi yerine getireceksin!"
Acıkan karnım, artık O'nun bana söylediklerini anlamamda zorlandığımın bir işaretiydi.
"Anladım da... şey..."
Bu sefer oflayarak verdi cevabını.
"Gene ne var?"
"Benim karnım çok aç, öğle yemeğinden beri yemek yemedim. Üstelik ne olursa olsun akşam yemeğimi kesinlikle kaçırmadan yemek zorundayım."
Duvağı, alayla gülümsemekten kıvrılmıştı.
"Neden, yoksa siz prens falan mısınız?"
Gözlerimle yol takibi yaparken bir yandan da kendisine laf yetiştirmekle meşguldüm.
"Hayır prens değilim, ama prensler kadar zengin olduğumu da bilmenizde bir sakınca görmüyorum. Şimdi izninizle müsait bir yerde durup karnımı doyurmak istiyorum, hem belki siz de açsınızdır; hem yemeklerimizi yer, hem de biraz olsun dinleniriz. 2 saatten beri araba kullanıyorum."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi duvar
Fiksi RemajaNeden yalnız kalır ki insan? neden bu kadar ağırdır yalnızlık? 100 kiloluk dambıldan daha ağır olduğu için mi ağır diyorlar? yoksa aslında 100 kilo ağırlık olarak bile hükümlü değil mi? Bana göre yalnız kalmak sensiz kalmaktır kadınım. Kimse yalnız...