Kendimi her şeye hazırlamalıydım. Ölüm gelip kapımı çalmışsa, kapımı ona seve seve açabilirdim.
"Ayıl be çocuk, hadi kendine gel!"
İşte tam da o an anlamıştım. Ölmek için henüz çok erkendi. Daha yaşayacağım çok yıl olmalıydı. Öldürmeyen Allah öldürmüyor, yaşatıyordu. Ama yaşayacağıma üzülmedim; O'na da eyvallah, deyip geçtim sadece. Ölüm bir kurtuluş değil, bir kaçış, bir korkaklık demekti. "Bu karmaşık oyunda ben yokum, artık pes ettim" deyip bir köşeye sinmekti. Madem öyleydi, ben de oyunları kuralına göre oynamalıydım. Bu içler acısı hâlimle mi? Zor!
Tahir, bedenimin yanında diz çökmüş, endişe içinde ayılmamı bekliyordu. Bu yaşıma kadar içtenlik nedir, samimiyet nedir bilmemiş, tatmamıştım. İçtenlik dedikleri, bu adamın yarı baygın vücudumu endişe içinde sarsması mıydı?
Adamın beni bırakmaya niyeti yoktu. Hatta yavaşça kucaklanıp başka bir yere götürüldüğümü hissettim.
Beni birkaç saniyeliğine yere bırakıp kendi kapımın arabasını açtı ve beni içeri yerleştirip yanıma da kendisi bindi. Artık kendime geldiğimi anlasın diye başımı sallayıp "İyiyim, bir şeyim yok. Telaşlanma bu kadar" dedim.
Arabamın torpidosundan kolonya şişesini aldı ve yüzüme sürdü. Alkol kokusunu her ne kadar sevmesem de, bu beni ferahlatmıştı.
Kendimi daha fazla tutamamış, başımı önüme düşürüp ağlamaya başlamıştım.
Tahir "Ne oldu, neden ağlıyosun, bir şey mi var," gibi o anda sorulacak en saçma soruları sormamış, şimdilik bu soruları bir rafa kaldırmıştı. Düşünceli adamdı vesselam; İnsan dostun böylesini ömrü hayatında öyle kolay bulamazdı. Bu adam, dünyanın en dehşet verici cinayetlerini de işlemiş olsaydı, yine de O'na düşünmeden güvenebilirdim. En azından niyetini belli ettiği için istediği tek şeyin benim canım olduğunu bilir, gönül rahatlığıyla yanında durmaya devam eder, ölümü beklerdim. Annem, Babam, Abim, yer yer yengem, Belen olacak... Niyetleri belirsiz insanlardı ve onların yanında, dünyanın en güvenli yerinde olsam bile her anım korku içinde geçerdi.
"Geçecek Mustafa," diyordu Tahir. Bu sözleri en son Zeynep'ten dinlemiştim, ama hiçbir şey geçmemişti. Şimdi ise O'nun kollarında değil, Tahir'in omzunda kendi gözyaşlarımla yıkanıyordum. Şimdi kelimenin tam anlamıyla tam bir serseriydim artık.
"Evlat," diyerek ciddileşti Tahir.
"Sana sakin ol, kendini üzme diyemem; Çünkü daha çok gençsin. Terk edilmenin acısını taşıyacak kadar olgunlaşmadın."
Bunun yaş ile ne alakası vardı şimdi? Kusura bakma ama bazen sapıtıyorsun dayı.
"Ama inan bana geçecek. Ama geçecek olan şey yaşadığın kötülükler, çektiğin acılar olmayacak. Öyle çok acılar çekeceksin ki, çok üzüleceksin, çok dağılacaksın, paramparça olacaksın. Bunları sana söylediğim için bana kızgın olabilirsin. İnan bu kızgınlığın da geçecek. Çünkü biz istesek de, istemesek de hayatın milyonlarca gerçeğinin biri de bu. Çektiğin acılar yüzünden artık hiçbir şeye üzülmediğini göreceksin. Her yıkıldığında kalkmayı, her dağıldığında toparlanmayı, her bunaldığında ferahlamayı, her kaybolduğunda yolunu bulmayı bileceksin. Ve hiçbir zaman, Allah'a isyan etmeyeceksin. İnan bana O her bir şeyin mutlak programlayıcısıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde, yol aldığın bu çakır dikenli yoldan bir anda düzlüğe çıkarır seni."
Tahir, dayı gibi adamdı. Bütün bunları alçak sesle, hafiften masal anlatır gibi söylemişti. Gerçekten de söylediği gibi çektiğim bu acılar sayesinde hissizleşecek miydim? Uzun yıllar şan şöhret için dövüşmüş boxörlerin yumruk yiye yiye sinir hücrelerinin kuruması gibi mi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi duvar
Fiksi RemajaNeden yalnız kalır ki insan? neden bu kadar ağırdır yalnızlık? 100 kiloluk dambıldan daha ağır olduğu için mi ağır diyorlar? yoksa aslında 100 kilo ağırlık olarak bile hükümlü değil mi? Bana göre yalnız kalmak sensiz kalmaktır kadınım. Kimse yalnız...