Hello,Mr. Kim
1. bölümHayat Jimin için tek düzeydi. Her sabah aynı saatte alarmı ile kalkar, lavaboda işlerini halleder ütülü kıyafetlerini giyip aşağıya kahvaltı masasına inerdi. Yaklaşık 10 kişiye yetecek kahvaltı masasında 3 kişi genel konulardan bahseder ve onun dışında sessizce yemeklerini yer ve evden çıkarlardı. Jimin, babasının tuttuğu şoför ile Özel Hwang Üniversitesine gider ve en yakın arkadaşı Wonho ile günü tamamlardı. Okul çıkışları Pazartesi günleri piyano dersine gider, çarşamba günleri ile dil kurslarına giderdi. Sonra eve gelir, yemek yer derslerini çalışır ve uyurdu. Haftasonları ise özgür olduğu zamanlardı. İstediğini yapardı. Jimin için hayat tamamen bundan ibaretti.
Yine aynı günlerden birisindeydi. Uyandığında içinde cuma günün verdiği sevinç vardı. Lavaboda işlerini halletti ve ütülü kıyafetlerini giydi. Aynasının önünde turuncu boyalı saçlarını taradı ve parlak bir gülümseme sundu kendine. Çantasını alıp aşağıya indi.
Kahvaltı masasına oturduğu zaman babası önündeki tabletle işlerle ve borsa ile ilgilenirken annesi cemiyet arkadaşları ile telefonundaki ortak gruptan yazışıyordu. Bunlar, Jimin'in her sabah şahit olduğu görüntüydü.
"Günaydın," diyerek her zaman ki yerine oturdu.
"Günaydın tatlım," diye cevaplandırdı annesi onu. Babası dilinin ucuyla günaydın derken umursamadı Jimin. 20 yıllık babası bir gün de değişmezdi ya. Yardımcılarının önüne yemeğini koyması üzerine yemeğe başladı.
"Bugün davet var," diye söze girdi babası.
"Ben gelmesem olmaz mı?" sesi kısık çıkmıştı Jimin'in. Biliyordu babası izin vermezdi.
"Hayır Jimin, artık 20 yaşındasın ve yavaş yavaş böyle davetlerde bulunacaksın."
"Ne daveti tatlım?" diye şakıdı annesi. Davetleri severdi. Daha fazla gösteriş için iyi bir yerdi her zaman.
"Choi Bangyeon ve Seo Minho ortaklık imzalamış bunu da davetle kutlamak istemişler," diye açıklama yaptı babası.
"Ben doydum, izninizle," diyip ayağa kalktı Jimin. Çantasını alıp çıkarken içi buruktu. Annesine ve babasına veda öpücüğü verememek onu üzüyordu ve ablasını özlüyordu.
Evden çıktıktan sonra kapının önünde şoför bekliyordu onu.
"Günaydın Bay Sang," diyip gülümsedi ve arabaya bindi.
"Günaydın küçükbey." Jimin, evlerindeki çalışanları severdi. Hepsiyle iyi anlaşırdı hatta ailesinden daha yakın hissederdi. Sessiz araba yolculuğundan sonra gösterişli kampüse varmışlardı. Jimin, Bay Sang'a teşekkür ederek arabadan indi ve Wonho ile her zaman buluştukları yere gitti. Wonho onu bekliyordu.
"Günaydın dostum," diyip kendi aralarında tokalaştılar.
"Duydum ki davet varmış?" diyerek konuya girdi Wonho. Bu sırada okula ilerlemeye başlamışlardı.
"Hiç sorma ya. Neymiş ortaklıklarını kutlayacaklarmış. Aranızda kutlasanıza!"
"Bunlar hep gösteriş, hep sükse. Jimin, biz de mi yıllar sonra böyle olacağız?"
"Tanrı korusun Wonho," diyip amfiye girdiler. Orta, 3. Sıraya geçtiler. Park Jimin ve Shin Wonho çocukluk arkadaşıydı. Aileleri sayesinde tanışmış, sıkı dost olmuşlardı. Her zaman birliktelerdi. Okullarında ise fazla göze çarpmaz kendi hallerinde takılırlardı. İsteseler popüler olabilirlerdi fakat insanlarla uğraşmak istemiyorlardı. İkisi birbirlerine yeterdi. Dersleri iyiydi ve ikisi de gelecekteki koltuklarının başına iyi bir performansla geçmek istiyordu.
Sınıfa giren profösörleri sayesinde ayağa kalkmış ve hocayı selamlamışlardı. Yoklama kağıdını imzaladıktan sonra ders başlanmış ve ikisi de dikkatle dersi dinlemeye başlamışlardı.
Öğle arası yemeklerini aldıktan sonra her zaman ki yerlerine cam kenarına geçmişlerdi. Yerleri belirliydi her zaman.
"Akşam, ne giymeyi düşünüyorsun?" diye sordu Wonho.
"Smokinlerimden birisini giyerim muhtemelen. Sen?"
"Aynen bende. İstersen direk bize gel çıkışta bizden gidelim?"
"Bilmiyorum, babam ne der bu duruma," diye mırıldandı Jimin.
"Ara şimdi?" masanın üzerinde duran telefonunu aldı ve kilidi girip rehberden Baba ismini buldu. Korkarak telefonu kulağına götürdü.
"Ne var Jimin?" bu hitap şekli Jimin'i her zaman üzerdi.
"Akşam ki davete Wonholarla birlikte gidebilir miyim?"
"Tamam," diyip yüzüne kapatmıştı babası. Jimin buruk bir gülümseme ile telefonu masaya indirdi.
"Ne dedi?"
"İzin verdi." Wonho güzel bir gülümseme ile Jimin'in elini tuttu. Jimin'in babasının bu Hareketlerini anlayamıyordu. Jimin hafifçe gülümsedi Wonho'ya. Sessiz bir anlaşmaydı bu aralarındaki.
°°
Okul çıkışı direk Wonho'ların evine gitmişlerdi. Kapıda Wonho'nun annesi Bayan Shin onları karşılamıştı. Sıcak bir şekilde gülümsüyordu.
"Hoş geldiniz çocuklar," diyip içeri almış ve ikisine de sıkı sıkı sarılmıştı. Jimin ve ablası Jieun evde bulamadığı aile sıcaklığını Shin Ailesinde bulabiliyordu.
"Aç mısınız çocuklar?" Wonho başıyla onayladı ve mutfağa geçtiler. Masa kuruluydu bile. Hemen yerlerine oturdular Bayan Shin de onlarla birlikte oturdu fakat yemedi.
"Okul nasıl gidiyor çocuklar?"
"Gayet iyi gidiyor anne," demişti Jimin. Bayan Shin'e anne demek daha güzeldi.
"Buna sevindim. Akşam davet var biliyorsunuz. Siz iki yakışıklıyla gitmek beni mutlu etti."
"Demek öyle Soohyun?" kapının ordan Bay Shin'in sitemkar sesi gelince mutfaktakiler kahkaha krizine girmişti.
"Haksız mıyım Kangdae? Yaşlandın artık, yanımda iyi durmuyorsun."
"Hadi ordan, bulamazsın benim gibisini," diyip eşinin yanağını öpmüştü. Jimin bu sahneyi iç çekerek izlemiş ve yemeğine dönmüştü.
Yemek sonrası Jimin ve Wonho duşa girmişlerdi. Duştan sonra Wonho kendi takımlarından birisini vermişti Jimin'e. Bedenleri aynı olduğu için sorun olmuyordu.
İkisi de sonunda hazır olduklarında aşağıda bekleyen Shin ailesinin yanına gitmişlerdi.
"Gidelim bakalım şu davete," diye mırıldanmıştı Wonho.