|11 ‹Annabeth›

704 52 100
                                    

Hastaneden taburcu olduğum gün tam olarak mükemmeldi.

"Annabeth." Percy kapının başında beni izliyordu.

"Percy."

Eşyalarımı çantama koyup sırtıma astım.

"Kafayı mı yedin? Ah evet!"

Gülerek çantamı ona uzattım. Memnuniyetle çantamı elimden aldı. "Centilmen Yosun Kafa."

Gülümsedi.

Babam doktorla konuşuyordu. "Naber Megie?"

"Bu kadar Sherlock Holmes olma Annie." Güldüm. "Ben Sherlock Holmes falan olmuyorum. Arkamda yürüdüğünü belli etme o zaman." Babamın yanında durdum.

"...eczanede size anlatırlar. 10 gün sonra kontrole geleceksiniz." Peter bana bakıp gülümsedi. "Geçmiş olsun."

"Teşekkürler." başımı öne eğdim.

Percy kulağıma eğilerek fısıldadı. "Babandan izin aldım. Onlar eve gidecek, biz bir yere gideceğiz." Bakışlarımı ona çevirdim. Dip dibeydik. "Niye? Ve nereye?" Diye sordum. "Kız arkadaşımla baş başa zaman geçirmek istiyorum. Çok mu?" dudaklarını büzdü. "Az." Dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Daha yeni yeni alışmaya başlasak da ben, sanki aylardır sevgilimmiş gibi davranıyordum. "Hadi Annabeth çıkıyoruz. Önce eve gel Bob ve Matthew bi seni görsün." Kafa salladım ve Percy'nin arabasına bindim.

Babam bize gülerek bakıyordu. "Baban bize mi gülüyor?" Percy çantamı arka koltuğa koyup sürücü koltuğuna geçti. "Evet."

Magnus önceden arabaya binmiş telefonunu kurcalıyordu. Alex ile araları biraz soğumuştu ve bu beni bile geriyordu.

Babam eczaneden alınması gereken ilaçları aldıktan sonra evin yolunu tuttuk.

Percy arabasını evin önüne gelişi güzel park etti. Arabadan inip kapıya koştum. Zili çalmamın ikinci saniyesinde kapı açıldı. "Annabeth!" Bob kucağıma atladı.

Sırtımda hissettiğim keskin acıyla inledim. "BOB!" diye bağırdı annem yanımıza koşarken. Bob kucağımdan yere atladı. "Özür dilerim. Canını yakmak istemedim." dedi. "Sorun değil."

Babam içeri geçti Percy ise kapıda bekliyordu. "İçeri gel Percy. Bir şeyler atıştırın sonra çıkarsınız." dedi annem
Percy kabul edip içeri girdi.

"Matthew nerede?" diye sordum. "Çok yorgunmuş uyuyor." Annem elini yukarıya doğru salladı.

Percy'e gel işareti yaptım ve yukarı çıktım. Odalarının kapısını yavaşça açtım. Matthew tüm masumluğuyla yatağında uyuyordu. Alnına eğilip öptüm.

"Gidelim mi artık?" diye sordum. Matthew huzursuzca kıpırdandı. "Ah lanet olsun." diye mırıldandım.

"Annabeth?" Gözlerini ovarken bana bakmaya çalışıyordu. "Efendim canım?" Boynuma atladı. "Canın çok yandı mı?" Omzumda ıslaklık hissettim. "Şş bak burdayım. Ben iyiyim." Ellerimi yanaklarına koyup başını öptüm.

"Bu abi kim?" diye sordu. "O abi benim erkek arkadaşım." dedim. "Gidecek misin?"

Percy ile bakıştık. "Evet." dedim. "Eve tekrar gelceksin ama değil mi?" diye sordu masumca. "Evet." Alnından öptüm. "Bana şarkı söyler misin? Ya da piyano çalsan?" diye sordu. "Pekala. Beautiful Birds'ü mü, A Thousand Years'ı mı yoksa Photograph'ı mı çalmamı ister misin?" diye sordum. "Umm... Photograph."

Odama geçtim. Percy yatağımın üzerine oturdu. Çalışma masamın yanındaki dolaptan nota kağıtlarını alıp Photograph'ın notolarını piyanomun üstüne koydum.

Parmaklarım tuşlarda gezinirken istemsizce şarkıyı mırıldanıyordum. Bu bana çok iyi geliyordu. Piyano çaldıkça mutlu oluyordum. 7 yaşımdan beri bağlandığım bir şeydi bu.

Bitirmemle yanağımdaki dudakları hissetmem bir oldu. "Neden bu kadar harikasın sen?"

"Bilmem. Hadi çıkalım." dedim gülümseyerek. Merdivenlerden inerken annem babamla gülerek şakalaşıyordu. "Anne biz çıktık. Matthew'de uyanmak için yer arıyormuş!" dedim içeri geçerken. "Neden kulağımızın güldüğü belli oldu." dedi bana sanki ellese kırılacak bir çiçekmişim gibi sarılırken. "Hadi ama üflesen düşecek bir çubuk değilim." dedim.

"Şuan hastaneden yeni çıktın. İstersen sınırlarını zorlama bebeğim." Babam da bana narince sarıldı. "Magnus nerde?" diye sordum. " Bob ile arka bahçedeler."

"Neyse ya hergün gördüğüm tipsiz surat. Eve gelince göreceğim nasıl olsa." dedim. "Ben mutfağa geçiyorum." dedi annem. Son olarak yanağına öpücük kondurup mutfağa geçmesine izin verdim.

"Baba." Babam elindeki kâğıtlara bakamaya devam etti.

"Hım?"

"Sen iyi misin?" diye sordum. Babam kafa dağıtmak istediği zaman viski içerdi çünkü. "Önemli bir konu değil. Sen eğlenmene bak." Yanağına öpücük kondurup evden çıktık.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Cama yaslanmış Percy'yi seyrediyordum. "Sürprizim var diyelim." Kaşlarımı çattım. "Pekala."

Sonunda gelebilmiştik. Aslında burası biraz şehir dışında kalıyordu. Sahil kenarıydı. "Gel." Uzattığı elini tuttum.

Çalıların arasından geçmemle küçük bir şok yaşamam bir oldu. "Percy." diye mırıldandım. Önümde tüm arkadaşlarım duruyordu. Malia bile buradaydı. "Aman tanrım." dedim.

Hepsinin elinde balon vardı. "Hadi yeter bu kadar. Özgürlük! (Freedom)" diye bağırdı Thalia. Herkes elimdeki balonları özgürlüğüyle kavuştururken suratıma istemsizve gülümseme yayıldı.

"Sen harikasın." dedim Percy'e sarılırken. "Aç mısın?" diye sordu. Saçlarımı okşarken. "Evet." dedim. Elimden tutup beni arkasından sürükledi. Büyük denebilir, üzeri yiyecekler ve içeceklerle kaplı bir masanın önünde durduk. "Aman tanrım."

Yemekle doldurduğum tabağımı ve karton bardağa döktüğüm kolamı alıp deniz kenarına doğru konulan yumuşak ve büyük minderlere oturduk. Gün batımı yavaş yavaş yaklaşıyordu.

Ayakkabımın içine kaçan ince kum taneleri beni deli ediyordu. Ayakkabımı ve çorabımı çıkartıp ayaklarımın ince kum tanelerine değmesini sağladım.

Tabağımı bitirip Percy'nin yanına gittim. Şort giydiğim için ayaklarımı denize rahatlıkla soktum. Percy pantolonu biraz yukarıya katlamıştı. Kolumu beline sardım. "Tüm bunları sen mi düzenledin?" Kafamı kaldırıp gözlerimi gözleriyle buluşturdum.
"Yani, evet. Thalia burayı ayarlamakta biraz yardım etti. Ve arkadaşlarını çağırmakta." dedi.

"Keşke sana daha önce açılsaymışım." dedim. Güldü. "Keşke ben de sana daha önce açılsaymışım." dedi beni taklit ederek. Saçlarıma öpücük bırakıp kokladı. Ona daha sıkı sarıldım. "İyi ki bu okula geldin." Kafasını salladı. "İyi ki."

"Mezuniyet balonunun tarihi kesinleşti biliyorsun değil mi?" diye sordum ondan ayrılırken. "Hayır."

Kafamı denize doğru çevirip gülümsedim. "10 Haziran." dedim. "Üniversiteye gittiğimizde ayrılacak mıyız?" Diye sordu. Lanet olsun. Ben bunu hiç düşünmemiştim. "Aynı üniversiteyi kazanalım. Aynı evde kalırız. Ben senden ayrılmak istemiyorum." dedim. "Bu fikir hoşuma gitti." dedi hınzırca sırıtırken.

Dudaklarımız birleştiğinde hiçbir şeyin önemi kalmadı. Ondan ayrılmak beni korkutuyordu. Daha önce kalbim yaşamak için atarken şimdi bir insan için atıyordu.

The Hunters (Percabeth)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin