Evin içinde yankılanan silah sesiyle olduğum yerde durdum. Kim vurulmuştu. Arkamı dönmeye cesaretim yoktu. Neden karnım Sanki çakmak tutulmuş gibi yanıyor? Elim karnıma gitti. Vurulun abim ya da diğer adam değildi. Vurulan bendim.≈≈≈≈
Hastaneye nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Adrian'ı arayıp buraya gelmelerini söyledim. Percy'e söylemek ve söylememek arasında kararsızım.
En sonunda telefonu çıkartıp aradım. Tam kapatacakken açtı.
"Merhaba Edward? Bir sorun mu var?" sesi uykulu geliyordu. Uyandırmış olmalıyım.
"Annabeth." diyebildim sadece.
"Ne oldu? O iyimi?" Sesi yükselmişti.
"İngiltere'ye gel. Manchester'a. Sana konum atarım."
"Ağlıyor musun?"
"Dediğimi yap." Telefonu kapattım.
Saate bakmadım. Zaman geçiyor mu geçmiyor mu emin bile değilim. Abi olmak... Tarif edilemez bir his. Annabeth doğduğu gün, onu ilk kollarıma aldığım, sardığım gün daha önce hissetmediğim sürüsüyle duygu hissettim. Her an her saniye başına bir şey gelecek diye korktum, endişelendim.
16 yaşıma kadar her şey mükemmeldi. Ta ki annem dediğim kadın beni Norveç'e gönderene kadar. Orada kaç gün kaldım bilmiyorum. Hayatım boyunca ne gördüğüm ne duyduğum işkenceleri kendi üstümde gördüm. Lafta hayatta kalma dersi...
Norveç'ten döndükten sonra liseye İngiltere'de devam ettim. Hayatımın aşkıyla burada tanıştım. Yılda iki kez Amerika'ya gidiyor Annabeth'i, üvey kardeşlerimi, babamı ve üvey annemi görüyordum. 8 yıl boyunca hayatım böyle devam etti.
Geçen sene Annabeth'in başına bela olan Edward için Amerika'ya uzun bir süreliğine dönmüştüm. Meseleyi halletmek çok uzun sürsede umrumda değildi. Abi olmakta bu değil miydi zaten? İngiltere'ye döndükten sonra doktorluk için son seneme başladım.
Doğum günü için Amerika'ya döndüm. Erkek arkadışı olduğunu öğrendim. Percy. Erkek sinekten bile sakındığım kardeşimin erkek arkadaşı vardı.
Dün babam Annabeth'i Norveç'e yollayacağını duyduğum an çıldırmıştım. Asla izin vermezdim. Veremezdim. Ona, onları yapmalarına asla ama asla izin vermezdim.
Şimdi ise... Anlatmak çok zor. Canım dediğim parçam ölümün kollarındayken ben nefes bile alamıyorum.
Doktorun görüş alanıma girmesiyle başımı kaldırdım. "Hastanın yakını olmalısınız?" Tamam sakin ol.
Başımı salladım. "Abisiyim."
"Durumu şu an gayet iyi. Mermi karın boşluğuna geldiği için birkaç saat içinde uyanır. Geçmiş olsun."
"Onu görebilir miyim?"
"On dakika sonra 202 numaralı odada görebilirsiniz."
Gülümsedim. "Teşekkürler."
Geçmek bilmiyen on dakikanın ardından odaya girebilmiştim. Yanına gittim. Her zaman olduğu gibi uykusunda yine masumdu. Eğilip alnını öptüm.
Üçüncü saatin ardından gözlerini açtı. Yanına eğilip elini tuttum. "Abi?"
"Güzelim? İstediğin bir şey var mı? Bir yerin ağrıyor mu? İyi misin? Nasıl hissediyorsun? S-"
"Su." dedi. Yandaki rafın üzerinden pet şişeyi aldım ve kapağını açtım. Yavaşça Annabeth'e içirdim."Sağ ol." Şişenin kapağını kapatıp yerine koydum. "İyi misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Hunters (Percabeth)
Fanfic*seriye bağlı bir hikâye değildir* Çığlık attı. Sanırım mutluluktandı. Gülümsedim. "Sen..sen ciddisin değil mi?" *Öncelikle Annabeth, Percy, Magnus ve diğerleri melez DEĞİL. *Magnus annesini kaybettikten sonra Annabeth'ler ile birlikte yaşamaya ba...