Haftam babamın yanında geçmişti. New York'a gideceğimi öğrendiği zaman sevindiğini görmüştüm. Hafta boyunca tek gördüğüm şey hedef tahtası ve av hayvanları olmuştu. Bir hayvanın canını almak bana göre değildi. Ve babamın insan öldürdüğünü öğrendiğim an içim bir garip olmuştu. Annabeth de böyle miydi acaba? O da benim gibi mi hissetmişti yoksa soğukkanlılıkla öldürebiliyor muydu? Aklımdaki sorulardan sıyrılıp tabağımdaki yemeği yedim. Eve gittiğimde kesinlikle kendime 3 4 tane çizburger söylecektim. Makarna ve yulaf yemekten bıkmıştım. O kadar silah ve oku alırken yemek almıyorlardı. Gerçekten tuhaf. Kim midesine değer vermez ki?
"Perce, baban seni çağırıyor dostum." Makarnamı iki çatalda bitirip babamın odasına ilerledim. Kapı normal zamanların aksine açıktı.
"Hoşgeldin evlat, telefon sana." Arayanın Annabeth olduğuna emindim. Gülümseyerek telefonu aldım.
"Annabeth?"
"Percy? Seni evinde bulamayınca o kadar edişendim ki... Sally babanın yanında olduğunu söylediğinde ne kadar rahatladığımı anlatamam. Sen iyi misin?"
"Evet, evet iyiyim. Üzgünüm planlarımız vardı."
"Sorun değil. Poseidon bana bu akşam gelebileceğini söyledi. Seni almamı ister misin? Oradan birlikte ağaç eve geçeriz."
"Harika olur. Bekliyorum." Veda edip telefonu kapattım. Annabeth'in numarasına konumumu atıp babama verdim tekrar.
"Biz seni bırakabilirdik."
"Onunla gitmeyi tercih ederim." Kaldığım odaya gidip eşyalarımı toparladım. Babam da arkamdan geliyordu. Eşyalarımı toparlarken beni izliyordu. Çantamın fermuarını çekip sırtıma aldım.
"New York'ta görüşürüz evlat." Babama veda ettim. Yanıma silah koymayı ihmal etmemişti. Deponun dışına çıkarken yerdeki kurumuş kanı fark etti. Kanı olamayacak kadar koyuydu. Kanı incelerken önüöde hızla duran arabayı son anda fark ettim. Annabeth arabadan inip hızlıca arabanın ön tarafını dolaştı. Açtığı kollarını boynuma doladı.
"Çok korktum Percy." Kollarımı beline sardım. Yeni yıkanmış nemli saçlarını öptüm.
"Özür dilerim sevgilim." Ellerimi yanaklarına koydum ve yüzüğü uzaklaştırdım. Gözlerinin grisi gecenin karanlığında pek belli olmuyordu. Dudaklarına eğildim. "Seni seviyorum." Gülümseyip tek hamleyle birleştirdi dudaklarımızı.
Giderken yaptığım şeyleri anlatırken Annabeth'de başından geçen olayları anlatıyordu. Şehrin ışıkları görünmeye başladığında Annabeth gözünü köprüye dikmişti. Hızını azaltıp başını bana çevirdi. "Kamp yapmayı umarım seviyorsundur."
"Ağaç eve gitmiyor muyduk?"
"Ağaç evden sonra." Gülümsedim.
"Senim yanımda olduğun sürece her şeyi severim." Gülümsedi. Elini öptüm. Başını yola çevirdi. Isaac'ın büyük annesinin evine gitmeden önce markete girdik. Annabeth birkaç içecek alacağımızı söyledi. Onun peşinden marketr girerken gördüğüm kişiyle dondum kaldım. Drew buradaydı. Annabeth'in arkasından koşarken elindeki kolayı alıp rada koydum ve onu marketten çıkardım. Aylar önce birtakım olaylar yaşanmıştı. Başrolde de Drew vardı. Annabeth soru soran bakışlarla bakıyordu bana. Drew neyse ki bizi fark etmemişti. Her ne kadar gidip onu gebermek istesem de şu an bunu yapamazdım. Annabeth arabaya bindiğinde başka bir markete gitmesini söyledim. Hala merake ediyordu. "Drew'ü gördüm." Annabeth frene asıldı. "Sakin olur musun? Boş yere olay çıkartmayalım şimdi."
"O boş yere beni gebertmeye çalışırken hiçbir şey olmuyor çünkü?" Markete saptı tekrardan. Arabadan inip bagajı açtı. Küçük siyah süet çantasını açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Hunters (Percabeth)
Fanfiction*seriye bağlı bir hikâye değildir* Çığlık attı. Sanırım mutluluktandı. Gülümsedim. "Sen..sen ciddisin değil mi?" *Öncelikle Annabeth, Percy, Magnus ve diğerleri melez DEĞİL. *Magnus annesini kaybettikten sonra Annabeth'ler ile birlikte yaşamaya ba...