Profil fotoğrafın ve adın o kadar bağlı kii... Ama Maydanoza anlam veremiyorum...----
Ekrandaki bildirimlere baktım.
Bugün
302 *** **** 1 dk önce
Bahçeye in.Üzerime ceket geçirip bahçeye indim. Hiç kimse yoktu. Burnuma tutulan pamukla gözlerim karardı.
Eter.
***
Gözlerimi açtığımda ellerimde ve bacaklarımda baskı hissettim. Sandayleye bağlanmıştım. Etraf karanlıktı. Sadece duvarın kenarındaki havanlandırmadan gelen ay ışığı vardı.
Karanlıkta arkası dönük bir kadın vardı. Uzun boylu orta kiloda. Arkasını döndü. Yüzüne ay ışığı çok az vuruyordu.
"Anne!"
"Annabeth." Annem bana biraz yaklaştı. "Beni sen mi buraya getirdin?"
"Getittirdim." dedi. Yüzüne dik dik baktım. "Ne yani bundan sonra anne-kız konuşmalırını böyle mi yapacağız?" Cık cık etti. "Seni böyle eğiteceğiz." Elini şıklatmasıyla arkadan bir lamba açıldı. Pek iş görmüyordu ama az da olsa ışığı vardı.
Yanındaki iki adam -tahminimce 23 24 yaşlarında- bana sırıtarak bakıyordu. "Olabildiğince sıkı attık." dedi sağdaki. Ben boş boş suratlarına bakarken annem konuştu. "Güzel. İlk adımımız Annabeth, çöz o ipleri!"
Birkaç saniye anneme baktıktan sonra bileğimdeki iplere odaklandım. Lanet olasıca şey çok sıkıydı. Bileğimi sıkılığı yüzünden rahatça oynatamıyordum.
Sınırlarını zorla Annabeth. Çin kelepçesini düşün. Tersine git.
Bileklerimin iç tarafındaki ipin ucunu bırakıp dış taraftakine odaklandım. Tamam çek şunu. İpin az bir miktar uzamasıyla düğümün bir kısmını çözdüğümü anladım.
Son kalan kısmıda açarak bileklerim serbest kaldı. Acıyan bileklerimi ovdum. "Ayakların evlatlık mı?" Annemin sesiyle ayaklarımdaki ipi açmaya başladım.
"Güzel. 2 dakika 51 saniye. Daha önce hiç kimse bu kadar hızlı çözememişti. Mükemmelsin!" dedi Annem. "Bileğine krem sürüp sarın çok incinmiş! Ne kadar sıktıysanız! Size onun canını yakmamanızı söyledim!" Annem kükredi. Yanındaki adamlar hızlı adımlarla uzaklaştı.
"Canını çok mu yaktılar?"
"Şey... Yani bileklerim birazcık acımadı değil..." dedim. Birkaç dakika sonra yanımıza sarışın kıvırvık saçlı bir çocuk geldi. Elindeki kremi bileklerime dikkatlice sürdü. Sargı bezini de aynı dikkatli davranışlarla bileğime sardı.
"Şimdi. Gelelim ön önemli kısma. Silah seçimi." Beni bulunduğumuz yerden çıkartıp dar bir koridara soktu. Koridorun sonundaki çelik kapıyı açıp içeri girdi. Arkasından ben de girdim.
Her yer oklar, yaylar ve silahlarla çevriliydi. Cephanelikte nasıl silah seçilir ki? Gözüme çarpan siyah dehşet saçan bir arbalete doğru ilerledim. "Bunu alabilir miyim?"
"Hepsini alabilirsin." Annemin cevabı üzerine şaşırdım. "Pekala." Silahlara yaklaştım. Geçen sene babamın ısrarı üzerine eğitim almıştım. Eğitmenim FBI polislerinden sözü geçen bir adamdı. Bu da eğitimimi daha da üst seviyelere taşımıştı. Elime aldığım MP5'ı incelemeye başladım. "Bunu da alıyorum."
Annem kafa salladı. "Yayını ve ok ucunu da seç." Yayların yanına gittim. Gözüme siyah bir yay çarptı. Elime aldım. Evet kesinlikle benim için yaratılmıştı bu yay. Anneme yayı uzattım. "Güzel zevkin var." Gülümsedim. "Soy meselesi." diye mırıldandım. Umarım duymamıştır.
Ok ucumu da seçtikten sonra yaklaşık aile malikanemizin salonu kadar genişlikte -ki bayağı geniş- bir odaya geldik.
"Oku nasıl yayda tutacağını biliyorsun bu kısmı atlıyorum. Şimdi reflekslerinin çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Ama test etmekten zarar gelmez." Yüzündeki piç sırıtışıyla bana döndü.
Arbaletimin tetiğini kavradım. Eğitim hareketlili mankenlere olacaktı anladığım kadarıyla. İçimden bir ses eğlenceli olacağını söylüyordu. Yüksek bir yerdeki camın ardından beni dikkatle izleyen yüzlere döndüm.
Hareket eden ilk mankenin üzerindeki hedef çizgilerini, tam ortadan vurdum. Ve bu 1 saniyede belki daha bile kısa bir sürede oldu. "Sen mükemmelsin Annabeth. Bizim içimizdeki bazı kişilerden bile hızlısın!" Annemin sesi boş odada yankılandı.
Sanırım ilk atışım iyiydi. Arkama dönerken ilk önce arbaletim sonra bedenim dönüyordu. Tetiğe bastım. Yine aynısı. Tam on ikiden.
***
Ceketimi giyerken telefonumu birisi bana uzattı.
Yosun Kafa Arıyor
Elime aldığım gibi açtım. "Annabeth? Nerdesin? Neden telefonlarıma ve mesajlarıma cevap vermedin? Delirmek üzereyim! Tanrı aşkına hangi cehennemdesin sen!?"
"Percy sakin ol. Bak annem eğitim için çok gereksiz ve manyak bir yol bularak beni kaçırdı."
"Ne!"
"Beni bi dinle!" Bağırmamla etrafımdaki adamlar bana döndü. "Tamam seni dinliyorum."
"İşte sonra bağlı olan elini çöz falan filan. Av taktikleri, silah seçmeler vesaire vesaire."
"Sana ulaşamayınca deliye döndüm. Babanı aradım ve bana annenin yanında olduğunu söyledi."
Gülümsedim. Percy'nin beni merak etmesi hoşuma gitmiyor değildi. "İstersen yanına uğrayabilirim. Eve geçmeden önce." dedim.
"Çok iyi olur."
"Pekala seni seviyorum hoşça kal."
"Ben de seni." Telefonu kapatıp cebime attım.
"Anne beni Percylere bırakır mısın?" diye sordum. "Jack seni bırakır." dedi.
Kafamı salladım.Arabadan inip beni kapının önünde bekleyen Percy'e koştum. Kafasını boynuma gömdü vve kokumu içine çekti. "Az kalsın kafayı sıyıracaktım." sarılmayı sonlandırıp dudaklarına kapandım.
"Gitmem gerek babam meraktan çatlayacaktır."
Tekrar öpüp arabaya bindim. Hala kapının önünde beni izliyordu. Camdan el salladım. Dudkalarımı kıpırdatarak 'Seni seviyorum' dedim.
O da dudaklarını kıpırdatarak 'Ben de seni seviyorum.' dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Hunters (Percabeth)
Fanfic*seriye bağlı bir hikâye değildir* Çığlık attı. Sanırım mutluluktandı. Gülümsedim. "Sen..sen ciddisin değil mi?" *Öncelikle Annabeth, Percy, Magnus ve diğerleri melez DEĞİL. *Magnus annesini kaybettikten sonra Annabeth'ler ile birlikte yaşamaya ba...