İnsan böylesine derin bir boşlukta hissedebilir miydi kendini? Her şeyin bir sonu olmaz mıydı? Bir süre sonra içine düştüğüm o çukurun dibine ulaşmam gerekmez miydi?
Ama yoktu işte. Boşlukta olmak da tıpkı dibe vurmak kadar kötü bir histi, en azından insan dibe vurduğunda ne derece battığının farkına varabiliyordu. Şu an sadece düştüğümde olacaklardan korkuyordum.
Rüzgar'ın hayatımda aniden bu kadar etkili bir yer alması beni korkutuyordu. Ne yapmıştı da ona böyle bağlanmıştım? Hayatımda zorla yer edinmesini mi bekliyordum birinin? Yıllardır istediğim bu muydu? Ne olmuştu da onun her öfkeli gidişinde arkasından ağlar olmuştum?
Ve başka ne olmuştu da günler geçtiğinde gelmediği için daha fazla ağlar olmuştum?
İçimde öyle büyük bir sıkıntı vardı ki. Ailem öldüğünden beri hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim kendimi. Nasıl bu kadar iyi ve bu kadar kötü hissettirmeyi başarıyordu bu adam? Nasıl oluyordu da onun acısını ailemin içimde bıraktığı acıyla aynı kefeye koyabiliyordum?
Bu sahiden aşk mıydı?
"Hayır." diye mırıldandım, derse gömülmeye çalışırken. Normalde ders çalışırken dünyadan kopan ben, son zamanlarda kesinlikle aklıma Rüzgar'ı getirmeden duramıyordum. Burak'ta böyle şeyler olmamıştı. "Aşk değil."
Derin bir nefes alıp elimdeki notlara bir kez daha baktım ve başlığı sesli bir şekilde okudum: "Mycoplasma ve Ureoplasma Mikrobiyolojisi ve Hastalık Oluşturma Mekanizmaları."
Sesimi duyarak çalışmak belki başka düşüncelerin beynime girmesini engeller gibi gelmişti başta ama kesinlikle engellememişti. Kalbim sıkışıyor, masada uzun süre oturamıyordum. En sonunda elimdeki kağıtları bir kenara attım ve kalktım sertçe ayağa. Saat on bire geliyordu, biraz hava almak için fazla mı geçti? Benim gibi gece ikide eve gelen bir insan için o kadar da geç sayılmazdı bence.
Kulaklıklarımı kulağıma geçirip çıktım evden. Aslında bu karanlıkta etraftaki sesleri duymayı reddetmek ne derece mantıklıydı emin değildim ama evden çok uzaklaşmadığım sürece sorun olacağını düşünmüyordum.
Kıraç eşliğinde biraz dolaştıktan sonra evin yakınlarında bir kaldırıma oturdum. Boş boş yola bakarken zihnim bomboştu. Kafamın içinde resmen in cin top oynuyordu. Ama buradaki sessizlik huzursuzluk dolu bir sessizlikti.
Bir anda biri kulaklığımı çıkardığında o sessizlik korku dolu bir çığlıkla yok oldu. Bu çığlığı beynimin içinde mi yoksa gerçekte mi atmıştım bilmiyordum ama panikle oturduğum yerden kalkmaya çalışırken güçlü eller beni engelledi. Oturduğum yerde umutsuzca çırpınırken bu defa gerçekte olduğundan emin olduğum bir çığlığın dudaklarımdan dökülmesine izin verdim. Böyle yapınca o güçlü el hemen ağzıma kapandı ve tek eliyle beni zapt ederken ses çıkarmamı da engellemiş oldu.
Korkudan nefes alışlarım bile titrekleşirken tam boynumun dibindeki sıcak nefesi hissedebiliyordum. "Benim, Melodi. Korkma."
Bu ses ani bir şekilde rahatlamama neden olduğundan bir an başım dönmüştü. Kalbim hala korkudan deli gibi atıyor, aldığım nefesler hala düzenli değildi. Elini yavaşça ağzımdan çektiğinde koca bir nefes aldım. Bir yandan korkuyu, bir yandan heyecanı, bir yandan mutluluğu, başka bir yandan da şaşkınlığı yaşıyordum. Beni şaşırtmaya devam ediyordu. Ömrümün sonuna kadar beni böyle şaşırtacak mıydı?
Ömrümün sonuna kadar beni şaşırtmak için ömrümün sonuna kadar yanımda kalacak mıydı?
Yavaşça ayağa kalktım ve arkama döndüm. Hala kulağımda olan kulaklıktan Teoman'ın sesini ve "Soluk soluğa." sözlerini dinleyerek Rüzgar'ın korkmuş yüzüne baktım. Beni korkuttuğunda o da korkmuştu demek ki. Haklıydı tabi. Öyle bir bağrmıştım ki, kulaklarının artık duymadığını söylese o kadar da şaşırmazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kimsesiz
Lãng mạnBir kız. Sessiz, yalnız, yıpranmış. Tek amacı başarılı olmak. Ve bir adam. Ürkütücü, yaralı ve yabancı. Tek amacı hayatta kalmak. Bir yabancı, herkesten kaçmış yalnız bir kızın ruhuna dokunabilir mi?