Arabaya bindiğimizden beri tek kelime bile etmemiştik.
Kıskançlığını anlayabiliyordum ama bu saçma davranışına aklım ermiyordu. Arabaya binmeden önce gayet anlayışlı davranan ve beni öpen o adam nereye kaybolmuştu? Anlamıyordum, sanki bazen Rüzgar'ın yerini ölümcül ikizi alıyormuş gibi bir hisse kapılıyordum. Kendisi, aşık olduğum addam nereye gidiyordu? Şu an her nereye gittiyse yakınlarda olmadığı kesindi.
Arada bir gözlerimi ona dikip öylece bekliyordum. Ama o sadece yandan bir bakış atıyor ve yola bakmaya devam ediyordu. Birden bire neden değişmişti ruh hali? Sahiden onun değişken ruh hali insanı boğuyordu. Özellikle de onun denizine en yakın insan ben olduğumdan ciğerlerine en çok su kaçıran insan bendim.
Belki bir ihtimal ortam yumuşar diye neşeyle ona dönüp koca bir nefes aldım ve "Hangi filme gidiyoruz? Seçtin, değil mi?" dedim. O ise sinir bozucu bir şekilde nefesini üflediği anda içimdeki tüm neşe kayboldu ve mutlu olmayacağımı bildiğim halde söyleyeceği filmi beklemeye koyuldum.
"Sinemaya gitmiyoruz, keyfim yok."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken tüm vücuduma yayılan öfkeyi hissettim. Olayımız bu muydu yani? Hayatımızı onun keyfine göre mi yaşayacaktık? Ya benim duygularım? Burak gelip benimle konuştuğunda çok mu mutlu oldum zannetmişti? Benim de hiç keyfim yoktu ve keyiflenmeye ihtiyacım vardı. Bu gerizekalı adam yüzünden ben sürekli ağlayan biri mi olacaktım? Hem de tam gülmeye başladığımı düşünürken.
Birini hayatıma almak kesinlikle aptallıktı.
Her ne kadar bağırmak istesem de kendimi tuttum ve ona sırtımı dönüp camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. Tabi bir de bana söyledikleri karşısında ona ne cevap verebileceğimi düşünmeye başladım.
"Burak iyi bir şey söylese de kötü bir şey söylese de onunla konuşmanı istemiyorum."
"Ben insanlara arkamı dönüp giden biri değilim."
"Bana neden sürekli arkanı dönüyorsun peki?"
"Sana arkamı dönseydim şu an yaşıyor olmazdın." Ah, hayır. Bu fazla mı ağır olurdu? En iyisi doğaçlama hareket etmekti.
Araba evin önünde durduğunda Rüzgar tam bir şey söylemek için bana dönmüştü ki bir anlık gelen bir dürtüyle kapıyı açıp aşağı indim. Kapıyı sertçe arkamdan kapattıktan sonra sinirli bir tavırla eve doğru yürümeye başladım. Biraz gerçek, biraz da gösterişti ama Rüzgar'ın kendine gelmesi gerekiyordu. Bu durumda beni üzmeye hakkı yoktu çünkü yanlış hiçbir şey yapmamıştım.
O da kapısını açmıştı ve muhtemelen hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. Şöyle bir arkama bakıp düşüncelerimi doğruladıktan sonra koşmaya başladım. Eve girmeyi kesinlikle başaramazdım, beni yakalardı. Bu yüzden başka yöne doğru koştum. Bu yaptığım kesinlikle delilikti hatta deliliği de aşmış bir şey yapıyor olabilirdim. Ama tek amacım konuşmaktan kaçınmaktı.
Gerçeği söylemek gerekirse beni yakalamayacğı düşüncesi ütopik bir şeydi, beni kolumdan tuttuğunda bunu yeni fark ediyordum. Ani bir şekilde durduğumuzdan ikimiz de az kalsın düşüyorduk ama Rüzgar ikimizin de dengesini sağlamayı başarmıştı. Bana dehşet dolu gözlerle bakarken ben kollarından kurtulmaya çalışıyordum. Ama o beni sıkıca tutmuştu ve hala deliymişim gibi bakmaya devam ediyordu.
"Melodi, çocuk musun sen?" diye sokağın ortasında bana bağırırken ben ondan son kez kurtulmayı denedim. Yine başarısız olunca bu defa bir tarafım onunla konuşmanın daha mantıklı olduğunun farkına vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kimsesiz
RomanceBir kız. Sessiz, yalnız, yıpranmış. Tek amacı başarılı olmak. Ve bir adam. Ürkütücü, yaralı ve yabancı. Tek amacı hayatta kalmak. Bir yabancı, herkesten kaçmış yalnız bir kızın ruhuna dokunabilir mi?