Genç kadın, Akın'dan ayrıldığı günün kalanını Cesur ve Leylan'la geçirmişti ki bu, son zamanlarda zevk aldığı bir şeydi. Abisi uzun ve karanlık dönemi karısının yardımıyla atlatmış mutlu bir adamdı. Leylan ile harika bir ikili oluyorlardı ve Hale onlarla vakit geçirirken gerçekten eğleniyordu. Hem de uçuk kaçık bir şey yapmasalar dahi. İkisiyle yalının bahçesinde oturup çene çalmak bile hoş bir aktiviteydi.
Ertesi gün ise yataktan doğrulur doğrulmaz yaptığı ilk şey kıkırdamak oldu. Elini başına atıp saçlarının arasından geçirdi gerinirken. Normalde bu kadar neşeli uyanmazdı ama rüyasında Akın denen o çapkın şeytanı görmüştü. Dalgalı siyah saçları, kara gözleri ve onları hiç terk etmeyen şeytani ışıltısı, yanağındaki derin ve tatlı gamzesi onu rüyasında da rahat bırakmamıştı. Üstelik bir Süpermen kostümünün içindeydi genç adam. Oradan oraya uçuyor, birilerini kurtarıp ardından dönüp Hale'ye gülümsüyordu. Mavi taytı ve kırmızı peleriniyle birlikte tabi ki. O görüntüyü anımsayınca bir kere daha kıkırdadı Hale. Süpermen kesinlikle çok yakışıklı ve çok cesurdu, ama kıyafet seçimi berbattı.
Güne yaptığı neşeli başlangıcın ardından hızla yataktan inip banyoya koşturdu. Kısa bir duş alıp saçlarını kuruttuktan sonra dolabındaki kıyafetlerden bir kot pantolon ve pembe bir tişört seçerek giyindi. Saçlarını tarayarak omuzlarının üstüne saldı. Belli belirsiz bir makyaj yaptıktan sonra aynadaki yansımasına memnuniyetle göz kırpıp aşağı indi.
Demir Ağa'dan fırça yemeyi beklediği için yemek masasına yaklaşırken adımları yavaş ve temkinliydi. Bir sabah da vaktinde uyansa ne olurdu sanki? Her sabah olduğu gibi 'Yarın sabah daha erken kalkacağım' diyerek söz verdi kendisine sessizce. Ve yüzüne babasını yumuşatacağını bildiği tatlı tebessümünü yerleştirdi.
"Günaydın babaların bir tanesi!" diye bağırdı kollarını Demir Ağa'nın boynuna dolarken. Bir kahkahanın ortasına denk gelmiş olmalıydı, çünkü Demir Ağa hala hafif hafif gülüyor, bir yandan da "Haytanın teki bu oğlan," diye mırıldanıyordu.
Hale şaşkınlıkla geri çekilirken babasının bu neşesini neye borçlu olduğunu anlamaya çalışıyordu. Acaba o da mı rüyasında Akın'ı görmüştü? Annesiyle göz göze gelince ona soru dolu bir bakış gönderdi. Annesinin yanıtı minik bir baş hareketi eşliğinde oldu. İşin ilginci o da gülüyordu.
"Vay be," diye mırıldandı Hale gözleri annesinin işaret ettiği tarafa çevirmeden önce. "Bensiz bu kadar eğleneceğiniz hiç aklıma-"
Sözlerini bitiremedi, çünkü menekşe rengi gözlerine değen bir çift tatlı, şeytani parıltı bütün nefesini firar ettirmişti ciğerlerinden. Gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını anlayabilmek için hızla gözlerini kırpıştırdı. "Akın?" diye mırıldandı belli belirsiz. Senin ne işin var burada sorusunu ise içinden sormuştu.
"Merhaba Hale," dedi genç adam sırıtarak. "Nasılsın görüşmeyeli?"
Sesindeki çikolata batırılmış çilek tadındaydı ama imalı tonu Hale'nin kaşlarını çatarak "İyiyim," demesine neden oldu. Hemen ardından geçip masadaki yerine oturdu genç kadın. Ama pek iştahının ya da neşesinin kaldığı söylenemezdi. Ne işi vardı bu adamın burada? Ne güzel kurtulmamış mıydı ondan? Kendisini güvenli mesafeye atmamış mıydı? Şimdi her şeye en baştan başlaması mı gerekecekti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Bulutlar
RomanceLacivert kitabından tanıdığımız Hale Zorbey'in hikayesi. Bu kitabı okumak için Lacivert'i okumanıza gerek yoktur.