6 ay sonra...
Altıncı ayın sonunda geriye kalan tek şey bir harabeydi. Ağlayıp sızlamalar bitmiş, yangınlar sönmüş ve fırtınalar dinmişti. Şimdi Hale'nin elinde kalan tek şey darma duman olmuş bir yürekti. Olanları kabullenmiş, yangınını söndürüp kora dönmüş bir yürek... Artık ağlamıyordu. En azından sürekli değil... Ailesinin ilgisi ve sevgisi, inkâr edilemeyecek düzeyde olumlu bir etki gösteriyordu. Artık etrafındakiler onun yarasını bildikleri için ona göre davranıyor, daha fazla şefkat ve anlayış gösteriyorlardı. Bu da Hale'nin ruhuna iyi geliyordu. Hatta bazı anlarda neredeyse yarasızmış gibi hissedebiliyordu.
Hala Akın'ı özlüyordu. Hala ona ne olduğunu merak etmekten geceleri uykusuz kalıyordu. Fakat artık bunları konuşabildiği, hiç olmazsa gidip başını omzuna yaslayabildiği birileri vardı ve bir noktada bu her şey demekti. Bu yüzden daha iyiydi. Daha sakindi.
Bazı şeyleri kabullenmeye başlamıştı. İçinde kırılmış ve her şeyi enkaza çevirmiş fay hattını kabullenmişti. Sönen ama hala dumanı tüten yangınları kabullenmişti. Gözlerinden boşalan selleri kabullenmişti. Akın'ın gittiğini, öyle ya da böyle gittiğini kabullenmişti. Her şeyden önemlisi, onun bir daha geri dönmeme ihtimalini kabullenmişti.
Evet, altı ayın sonunda kabullenebildiği en büyük şey buydu. Akın belki de hiç geri dönmeyecekti. Geri dönebilecek olsa böyle gitmezdi. Geri dönme imkânı olsa ardında en azından ufacık bir iz kalırdı. Oysa onun varlığını kanıtlayan tek şey Hale'nin anılarıydı. Akın, Hale'den başka bir yerde var olmamıştı. Cesur'un yaptığı bütün araştırmalara, sorgulamalara rağmen tek bir iz bile bulunamamıştı genç adama dair.
Umut hep vardı tabi. Hale'nin her rüyası, onu gülümseten her düşüncesi Akın'ın dönüşü üzerineydi. Ama yine de böyle düşlere bel bağlamaması gerektiğinin farkındaydı genç kadın. Bu şekilde yaşamaya alışması gerekiyordu. Bir yanı hep eksik kalacaktı onun. Hiçbir zaman tamamlanamayacak, daima yarım, daima buruk olacaktı. Umutlara kanmadan bunları kabullenirse iyileşmesi belki de daha kolay olurdu. Yaralarını daha hızlı sarardı.
Yeni hayatına uyum sağlamak için bazı değişiklikler bile yapmıştı. Mesela saçları... Akın'ın çok sevdiği o sarı rengi koyu bir kahverengiyle değiştirmişti. Artık her aynaya baktığında bir yabancıyla karşılaştığını hissediyordu ama yine de saçlarına bakıp Akın'ın iltifatlarını hatırlamaktan, sonra da içinden çıkamadığı bir anı çukuruna yuvarlanmaktan daha iyiydi bu.
Keşke gözlerinin rengini de değiştirebilseydi...
Keşke Akın geri dönseydi.
Derince bir nefes aldığında hava ciğerlerine titreyerek sızdı. Tam bu esnada kapısının tıklanmasıyla elindeki tarağı yavaşça masanın üzerine baktı. "Gel," dedi yüksek bir sesle. Ve kimin geldiğini görmek için bakışlarını kapıya çevirdi.
Gülümseyen bir yüzle içeri giren kişi Leylan'dı. Genç kadın belki de Hale'yi en iyi anlayan kişiydi. Çünkü o da sevdiklerini kaybetmekle sınanmıştı. O eksikliğin, kalbin ortasındaki o koca oyuğun halinden anlıyordu. Ve Hale'ye destek olmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Böyle durumlarda insanların elinden çok fazla bir şey gelmiyor olsa bile Leylan sınırları zorluyordu. Savaşmadan teslim olmayışı da Hale'ye cesaret veren şeyler arasındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Bulutlar
RomanceLacivert kitabından tanıdığımız Hale Zorbey'in hikayesi. Bu kitabı okumak için Lacivert'i okumanıza gerek yoktur.