Sarsılarak uykusundan uyandırıldığında hangi günde olduklarını, günün neresinde durduklarını bile bilemeyecek kadar dünyadan kopmuştu genç adam. Zamana ve mekâna dair tamamen bir bilinmezliğin içindeydi. Bir kuyuya düşmüş, düşerken dünyayı çok uzaklarda bırakmış gibiydi. Bu sebeple, gözlerini açıp karşısında Madison'ın tanıdık simasını gördüğünde ilkel bir güdüyle derhal geriye çekilmişti. Omuzları kendisini korumak ister gibi yukarı kalkmış, omurgası hafifçe eğilmişti. Yüzünde karanlık bir ifade vardı. Her an saldırmaya hazır görünüyordu.
"Clark," dedi karşısındaki kadın telaşlı bir sesle. Bakışları bir adamın yüzünü buluyor, bir omzunun üstünden geriye bakıyordu. "Beni dinle. Bana bak. Beni duyuyor musun?"
Kadının telaşı Akın'ı daha fazla gerdi. Onun yüzüne dikkatle baktığı sırada kaldığı hücreye başka birinin daha girdiğini fark edince biraz daha geri çekildi. Sırtı duvara yaslandığında kaçacak yerinin kalmaması kaslarının korkuyla kasılmasına sebep oldu. İçeriye giren diğer kişi yabancı bir adamdı. Uzun boylu, siyahi ve baştan ayağı siyah giyinmiş bir adam. Akın bu adamı daha önce hiç görmemişti. Gördüyse de hatırlamıyordu.
Bu sırada kadın bir kere daha "Clark," dedi. "Şimdi seni buradan çıkaracağız. Ama çok acele etmemiz lazım. Anladın mı? Hemen toparlanman lazım."
Akın o an bunun bir rüya olduğunu düşündü. Burada geçirdiği sayısı meçhul aylarda bunun gibi rüyaları çok sık görmüştü. Ve her seferinde bu rüyalardan aynı karanlık duvarlara, aynı küf kokusuna uyanmıştı. Bu yüzden heyecanlanmadı bile. Sadece çabucak uyanmayı diledi. Böyle düşlerin umuduna kanmak onu her gün bir parça daha öldürüyordu. Daha fazla ölebileceğini zannetmiyordu. Yaşarken değil.
Madison karşısındaki adamın tepkisizliğine inanamadı. Ona doğru yaklaşıp "Gitmemiz lazım," derken telaşı iyiden iyiye yükselmişti. "Clark, beni duyuyor musun? Hemen buradan ayrılmamız lazım. Sadece on dakikamız var."
Genç adam ağır ağır başını iki yana salladı. "Bu bir rüya," diye fısıldadı önce. Sonra ileri atılıp kadını sertçe itti. "Bu bir rüya. Beni kandıramayacaksın." Bu sözleri Madison'a değil, kendisine, içindeki o aptal umut kırıntılarına söylüyordu. Kanmayacaktı. Hayal kırıklıklarından artık usanmıştı.
Madison endişeyle kaşlarını çattı. Hızlı düşünüp bir karar vermesi gerekiyordu. Akın'ı burada bırakamayacağını biliyordu. Ona zaten bir kere ihanet etmişti. İkinci kez ölüme terk edemezdi. Bu yüzden arkasındaki adama seslendi. İkisi birlikte hızla ilerleyip Akın'ın koluna girdiler. Genç adam çırpınıp onu bırakmalarını söylese bile ikisiyle baş edecek kadar takati yoktu. En hızlı çıkış yolu bu olmasa da Akın'ı sürükleyerek koridora çıkardılar. Fakat Akın çırpınmaya son vermiyordu.
Kadın sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Ardından elini cebine atıp bir şırınga çıkardı. Bu ilacı Akın'ın üzerinde kullanmak zorunda kalacağını düşünmemişti ama işler umduğundan farklı gelişiyordu. O yüzden iğneyi adamın koluna saplayıp onu hızlı bir uykuya gönderirken hiç tereddüt etmedi. Akın kendisinden geçip gitmesini izlerken "Bana sonra teşekkür edersin," diye mırıldandı. Sonra yanındaki adama dönüp hızlanmaları gerektiğini söyledi. On dakika sonra burası cehennem çukuruna dönecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Bulutlar
RomanceLacivert kitabından tanıdığımız Hale Zorbey'in hikayesi. Bu kitabı okumak için Lacivert'i okumanıza gerek yoktur.