Birçok defa bu evde, bu koltukta Akın ile yan yana oturdukları hayaller kurmuştu Hale. Akın'ın döndüğü ya da hiç gitmemiş olduğu hayaller. Her biri gerçeklerin soğukluğuyla sonlanıp birkaç damla gözyaşına sebep olmuştu. Her biri düşlerken güzel, biterken acı verici olmuştu. Her biri en nihayetinde yalnızca bir hayaldi. Gerçekleşebileceklerini Hale hiç düşünmemişti.
Şimdi karşısında oturan adama bakarken beyni hala bir pelte yığını gibiydi. Hastaneden çıkış yapıp eve gelmelerinin üzerinden sadece on dakika geçmişti. Ve genç kadının kalbi hissettiklerinden yorgun, zihni içinden çıkamadığı düşüncelerle allak bullak haldeydi. Ne söyleyeceğini, ne yapacağını hiç bilemiyordu.
Akın on ay önce son defa gördüğü adamdan çok farklı görünüyordu. O kadar zayıflamıştı ki üstüne geçirdiği tişört ona fazlasıyla bol geliyordu. Saçları uzamış, uzadıkça kıvırcıklaşıp karışmışlardı. Sakalları da Hale'nin daha önce hiç görmediği kadar uzundu. Ve teni o eski esmerliğini yitirmiş gibi görünüyordu. Solgundu. Gözaltlarındaki mor halkalarla olduğundan yaşlı görünüyordu.
Sana ne yaptılar?*
Hale bunu sormak istiyordu. Fakat cevabı duymayı kaldırabileceğinden emin değildi. Ona bakarken ve bunları görürken bile içinde yangınlar çoğalıyordu. Dinlemeyi, öğrenmeyi nasıl kaldıracağını hiç bilmiyordu. Ama bunları yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Akın ne yaşadıysa bunu onunla birlikte göğüslemeliydi. Genç adam olan biteni tek başına omuzlayamayacak kadar halsiz görünüyordu.
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi?*
"Aç mısın?" diye sordu Akın'a usulca. "Çorba yapmıştım. Ama pek güzel olmadı doğrusu. İstersen dışarıdan yemek söyleyebiliriz."
Dakikalardır koltukta kıpırdamadan oturan ve yerdeki halının desenine bakan Akın bakışlarını usulca Hale'ye çevirdi. Zihni olan biteni algılayamıyordu. Bunun için çok çabalıyordu ama hala orada olmak, karşısında duran Hale'ye bakmak ona gerçeklikten çok uzak geliyordu. Çok uzun süredir bir hücrede tek başınaydı. Tek kelime konuşmadan aylar geçirmişti. Bazen sesi hala yerinde mi diye merak edip boş duvarlara bir şeyler söylediği günler henüz dün kadar yakınındaydı. Hal böyleyken gerçek dünyanın nasıl bir yer olduğunu hatırlamakta zorlanıyordu. Eskiden nasıldı, anımsayamıyordu. Konuşmak, hareket etmek her zaman bu kadar güç değildi, bunu biliyordu. Ama hatırlayamıyordu.
"Çorba kulağa güzel geliyor," dedi. Sesi alçaktı. Hala duvarlarla konuşur gibi. Hala kendi kendine sayıklar gibi. Hale'ye çorbanın ne kadar kötü olursa olsun ona güzel hissettireceğini söylemek istedi. Ama doğru kelimeler bir türlü dilinin ucuna yürümedi.
"Tamam," derken oturduğu yerden kalktı Hale. "Ben sana hemen çorba ısıtayım." Bunu söyledikten sonra son defa adamın yüzüne bakıp mutfağa yürüdü. Artık dizleri titremiyordu. Ama içindeki hasret hala zangır zangırdı. Akın oradaydı evet, ama o kadar uzakta görünüyordu ki Hale tam olarak ona kavuşamadığını düşünmeye başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Bulutlar
RomanceLacivert kitabından tanıdığımız Hale Zorbey'in hikayesi. Bu kitabı okumak için Lacivert'i okumanıza gerek yoktur.