"Buna mecbursun," dedi genç adam telefonun bir ucundan. Seçtiği kelimeler zorunluluk içeriyormuş gibi görünse de sesinde ayan beyan bir yakarış vardı ki bu da Hale'nin içine sızıp onun kalbini yumuşatıyordu. "Cesur'dan izin almak zorunda olman çok saçma zaten. Sadece nereye gideceğini söyle ve çık gel. Lütfen... Bu hafta sadece bir defa görüşebildik. Bunu düşün."
Genç kadın hüzünle gözlerini devirdi ve Akın'ın bunu göremediğine üzüldü. Çünkü görse gerçekten gelmek istediğini anlardı. "Sadece nereye gideceğini söyle ve çık gel mi?" diye inleyerek Akın'ın sözlerini tekrar etti. "Abimi tanımıyormuş gibi konuşuyorsun. Hem kimle görüşeceğimi sorduğunda ne diyeceğim? Akın Acar ile mi? Alınma ama bunu olumlu karşılama ihtimali nedir ki?"
Hale dakikalardır telefonda Akın'ın onu ikna etme çabasını dinliyor ve dakikalardır ona büyük bir gayretle karşı koyuyordu. Fakat kimseyi kandırmanın lüzumu yoktu. Dilinden dökülenler bunlar olsa bile aklındakiler bambaşkaydı. Nasıl kaçıp gidebileceğinin veyahut nasıl gizlice eve girebileceğinin bin bir farklı yolunu kuruyordu kafasında. Yine de her planı onu yakalayıp saçlarından sürüyerek odasına çıkaran Cesur'un hayaliyle son buluyordu. Tamam, abisi onu asla saçlarından sürüklemezdi. Ama Akın'ı sürükleyebilirdi.
"Ben de çok isterim ama..." dedi bir kere daha. Sesi, hayal kırıklığıyla çatılmış kaşlarına eşlik eden bir nota gibi kırgın ve kursağında kalan hevesi yüzünden boğuk çıkmıştı.
Derince bir soluyuş geldi telefonun diğer tarafından. Ve hemen ardından Akın'ın güzel sesi duyuldu. "Tamam... Ama birazdan alacağım seni, en azından akşam yemeği için benimlesin."
Genç kadının dudaklarını tüm hayal kırıklıklarına inat güzel bir tebessüm ele geçirdi. "Olur," diye mırıldandı içindeki kara bulutlar yavaş yavaş dağılırken. "Akşam yemeğinde seninleyim."
"Yarım saat sonra seni alırım." Genç adamın fısıltısı tatlı bir meltem olup süzüldü Hale'nin kulaklarından. Ve kalbinde bir yerlere dokunup içini sıcacık yaptı.
Telefonu kapattıktan sonra Hale bir müddet duyduğu güzel sesin sarhoşluğunu yaşadı. Bulut rengi gözleri pencereden denize bakarken dalgaları değil de Akın'ı görüyordu genç kadın. Pencereye vuran yansımasına bile Akın'ın gölgesi düşüyor gibiydi. Çünkü baktığı her yerde Akın'ı görecek kadar vurgundu artık. Onunla olmak için onun suretine muhtaç değildi. Çünkü hayatının her metrekaresine milyon defa sinmişti genç adam. Artık her yerdeydi. Ama en çok Hale'nin kalbinde. Bir de ruhunda.
İçinde hala, Akın'ın ricasını kırmış olmanın burukluğu varken dolabına yöneltti adımlarını. Bugün onunla görüşeceğini bildiği için kıyafetlerini çok önceden hazırlamıştı. Kırmızı bir elbise giyecekti. Ona uygun, küçük çiçeklerle bezenmiş bir çantası vardı ve şıklığını bakır rengi, uzun bir kolyeyle tamamlayacaktı. Ayakkabı için de iki seçeneği vardı ama muhtemelen rahat ettiği siyah ayakkabıyı tercih edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Bulutlar
RomanceLacivert kitabından tanıdığımız Hale Zorbey'in hikayesi. Bu kitabı okumak için Lacivert'i okumanıza gerek yoktur.