Merhabalar biricik okuyucularım önceki bölümde dediğim gibi artık uzun bölümler gelecek. Bu bölüm benim gerçekten severek yazdığım bir bölüm oldu. O yüzden okunma sayısının artmasını istiyorum. Bu yüzden de sizden bir ricam var. Hikayemi instagram, facebook vb. sosyal medya da ya da arkadaşlarınızla paylaşırsanız ailemizin büyümesine katkı sağlarsınız. Sizleri çok seviyorum. Her zaman ki gibi vote atmayı ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar :) :) ^^^^
ULK-7
Eve girdiğim gibi cama yapıştım ve Anıl'ın gidip gitmediğine baktım. Tabi ki gitmişti. Ne yapsın çocuk kapında kamp mı kursun. Arkadan biri belimden tuttu. Döndüğümde annemi gördüm. 'hayırdır kime bakıyordun' dedi ne ayaksın gibisinden 'hiç kime bakıcam anne ya' dedim ve perdeyi kapadım. 'iyi bakalım hadi gel sofrayı kuralım baban gelir birazdan' 'tamam üstümü değiştirip geliyorum.' Dedim ve kapının yanına koyduğum çantamı tek omzuma atıp odama girdim. Çantamı sandalyemin üstüne koydum ve direkt üstümdeki lakosu çıkardım. Penceremin yanındaki gardırobumun çekmecesini açıp hayatım gibi siyah olan eşofman takımımı aldım ve giyindim. Telefonumu alıp tuvalete gittim. Ellerimi yıkayıp annemin yanına gittim. 'neler yaptınız bakalım Nermin Hanım' dedim televizyon programındakiler gibi 'hahaha hadi zevzekliği kesin Ela Hanım sofra sizi bekler.' Dediğinde ikimiz de güldük. Sofrayı hazırlarken telefonum titredi. Mesaj gelmişti. Kayıtlı olmayan Numara'dan... 'Ela bugün için cidden çok özür dilerim. Duygularım samimi gelmediğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Çünkü güzelsin. Beni yanlış biri olarak tanıma arkadaşımın sevgilisi olduğundan sana yalan söyleyemem. O yüzden sadece gerçekleri söylüyorum. Güzelsin. Telefon numaram sende kayıtlı değil büyük ihtimalle ben Poyraz.' Bu. Nasıl bir şeydi. Nasıl bir karmaşaydı. Aklımı nasıl ve neden bu kadar karıştırıyorlardı. Lanet olsun benim bir gram Poyraz'a olan aşkım değişmemişti ki. Anıl'a neden öyle hissettiğimi anlıyorum. Aynısı abimin arkadaşlarına da oluyor. Demek ki yakışıklılığı karşısında bu kadar kitlenmiştim. Olurdu böyle şeyler öyle değil mi? Hepimiz ergen ve yakışıklı erkeklere bakmıyor muyuz? İnkâr edenler olursa hepinizi yemek bıçağıyla pıçaklarım. Mesaja gerçekten kitlenmiş olmalıyım ki kapının çaldığını bile duymamıştım. Annem en sonunda kendi gelip önce 'aşık mısın kızım' deyip kapıyı açtığın da kendime gelebildim. Aşıktım anne. Hem de dibine kadar bu çocuğun içinin güzelliğini o kadar seviyordum ki. Allah'ım sevgimi anlatacak kelimeyi bulamıyordum. Ama iyi ki de yoktu. Onu kendim bile tanımını koyamayacak kadar sevmek o kadar güzeldi ki. Ama biraz düşününce beni Anıl'ın sevgilisi olarak bildiği için belki de yazdı. Arkadaşıyla arası benim yüzümden bozulmasın diye. Niye bu kadar karamsar bir insanım ben. İç sesim yine beni sarsacak şeyleri döktü ortaya –gerçekler ne zamandan beri karamsar oldu- haklıydı. İçimdi dimi onu yöneten, düşünen, kullanan, konuşturan bendim. Kime kızacaktım ki. Yine kendime. Mesajı adeta misafirden gelen dolu tabağı boş vermemek adına geri mesaj atmak için klavyedeki tuşlara hızlıca basıp bir mesaj gönderdim. Ve rehbere ekledim. Ardından babama koşup 'hoş geldin babam' dedim ve şefkatli kollarının altına girdim. Akşam yemeğini yiyip sofrayı topladıktan sonra hapishaneme gitmek yerine biraz bisiklet sürüp kafa dağıtmak için babam ve annemden izin alıp evden çıktım. Yol beni nereye götürürse oraya gidecektim. Çünkü gidecek ne yer ne de yol biliyordum. Kulaklığımdan gelen şarkının ritmiyle zihnimi boşaltırken kendimi tazelenmiş hissediyordum. Buna uzun zamandır ihtiyacım olduğunu yeni anlamam bir kez daha bana ne kadar aptal bir insan olduğumu gösterdi. Cadde de gezerken vitrindeki bir elbise beni gerçekten öylesine etkiledi ki aniden frenledim ve vitrinin önüne geçip elbiseye baktım. Büyük bedenlerin satılmadığı o zayıf kızların mağazalarındandı. Küçük bir hevesti zaten benim için. Bu elbisenin bedeninin olmaması üzüleceğim bir konu olmamalıydı. Ama kan kırmızısı köprücük kemiği dekolteli o elbise bana hayatımın bir parçasıymış da kaybettiğim parçayı bulmuşcasına mutlu olmuştum. İç sesimi susturabilene aşk olsun –eğer istersen o parçayı vücudunda da, hayatında da yer verebilirsin.- kısaca zayıfla diyordu. Haklı mıydı? İç sesimin haksız olduğu bir konu olmadığı için tabi ki de haklıydı. Evet, bence de zayıflayabilirdim. Neden olmasındı ki. Benim Cansu'nun lafları altında ezilmem bu kadar koymuşken neden olmasındı. Kilomu kimseye güzel gözükmek için değil kendim için vermeliydim. Ve öyle de yapacaktım. Verecektim. Elbisenin 36 bedenini alıp dükkandan çıktım. Kadın sanki olağanüstü bir şey olmuş gibi ilginç bakışlarla beni baştan aşağıya doğru süzdü. Sadece dış görünüşün her şey olduğunu sanan IQ seviyesinin ayakkabı numarasından küçük insanlara artık tahammülüm yoktu. O yüzden öyle basit insanlara laf vermektense kendimle önce barışmalı ve her verdiğim gramdan mutlu olarak istenilen kiloya ulaşmalıydım. Paketi bisikletimin koluna geçirdim. Bu elbiseyi okulumuzun her sene düzenlediği büyük yemekte giyecektim. Bu yemeğe yaklaşık 6 ay vardı. Bu demek oluyordu ki her gün bir önceki günden daha zayıf ve mutlu geçecekti. Bu kararı bu zamana kadar vermem için bu elbiseyi almam mı gerekiyormuş yani. Bu kadar basit miymiş? Daha kilo vermeden vermiş kadar oldum. Bisikletin yönünü eve doğrulttum ve eve girdiğim de 'ben kilo vermeye karar verdim' diyerek lak diye söyledim. Annem 'noldu kızım yol da sana bir anda karar verdin' dedi kadını da boş yere telaşlandırdım. Babam ise 'sen her halinle güzelsin bir tanem' dedi ve uzaktan öpücük attı. Evde abimin olmamasına şükrettim. Çünkü gerçekten kıskançtı. Beni bu halimle bile kıskanırken zayıflamama asla izin vermezdi. Yemeklerimin içine kilo aldırıcı ilaçlardan bile koyardı. Zekiler zaten bir kaçık değiller mi? Neyse bu işi kendi başıma halledemeyeceğim için öncelikle babama beni spor salonuna yazdırmasını söyledim. Eve yakın olan salona yazılacaktım. Hem kilo verecek hem de kick boks yapacaktım. Hep hayalimdi. Annemden ise diyetisyene randevu almasını söyledim. Okul çıkışı giderdim. Ailemden onayımı aldığıma göre resmen kilo vermeye başlayacaktım. İnanmak başarmanın yarısı derler. Şimdiden kendimi hafif hissetmeye başlamıştım. Odama gidip telefonumu şarja taktım. Ve duşa girmek için banyoya girdim. Marshmallow gibi kokan setimi aldım. Saçlarıma setteki şampuanı kullandım. Vücuduma da o kokuyu kullandım ve duştan çıktım. Bordo bornozumu giyindim ve banyodan çıktım. Kapıyı açmamla abimle burun buruna geldik. Saat çoktan 12yi geçmişti. Ve sanırım abim alkollüydü. Bana sarıldı ve kokumu içine çekti. 'ohh mis gibi kokuyorsun kızım ya yemek istiyorum var mı bu kokudan daha' diye saçma salak konuşuyordu ki kollarından kurtuldum ve 'var abiciğim vericem şimdi sana gel odana gidelim' dedim. İkna edici bir biçimde odasına girip yatağa oturttum. Üstündeki tişörtü çıkarttım. Daha sonra pantolonunu iç çamaşırıyla uyuyordu bizim inek napalım. Yorganın içine yatırdım ve yanaklarından sulu sulu öptüm. Oda beni kendine çekti ve aynı şekilde öptü. Bu da alkollü hiç çekilmiyor ki. Bu sefer kendi odama girdim ve telefonumu elime aldım. Anıl'dan mesaj gelmişti. 'ştt uyudun mu?' öküz mü bu nasıl bir mesajdır ya 'uyumadım.' Yazıp gönderdim. Ve üstümü giyinmek için dolabımdan pijama takımımı çıkardım. Giyinirken mesaj sesim odaya tınısını çoktan salmıştı. Baktım ve 'uyu o zaman yarın okula ele ele giriş yapacağız. Büyük gün' yazmış bir de üstüne göz kırpan ve piç smile yapan emojiyi koymuştu. Aman! Ne büyük gün. Geri mesaj atmayıp ekranı kilitleyecekken instagramdan poyrazın istek attığını gördüm. Wtf? Ben bu günü Allah'ın 3 yılı her gün hayal edip dua etmekle geçirmiştim. Şimdi de ben onu değil o beni takip etmek istiyordu. Hesabına girdiğimde Cansu'yla çekilmiş selfieleri, arabada kendi selfieleri, basketbol maçındayken, müzik grubunun üyeleriyle fotoğrafı ve tek başına gitarla fotoğrafı ve daha birçok fotoğrafı vardı. Gerçi ben bu fotoğrafları sular seller gibi ezbere biliyordum ama kendi hesabımdan bakması başka oluyordu. Biraz daha gezindikten sonra isteğini kabul edip geri takip ettim. Bu sefer ekranı kilitleyebildim. Saçlarımda havluyla uykunun kollarına kendimi çoktan bıraktım. Hatta rüya âlemine giriş bile yapmıştım. Sabah kapımın tıklatılmasıyla yeni günün başladığını anlamam kısa sürdü. Uyandığımı belli etmek için homurdandım babam da sanırım gitmişti. Saçımdaki havlu artık saçımda değildi. Yatağımı elimle yokladığımda bacaklarımda olduğunu anladım. Deli gibi yatarsam böyle olur tabi. Banyoya gidip klasik işlerimi yaptım ve odama girdim. Yine aynı şeyleri giydim. Çantamı koluma takıp mutfağa geldim. Abimin orda olmasını beklemiyordum tabi ki. 'Kapımı sen mi çaldın.' Dedim ona baktığım da hayır anlamında kafasını salladı. Benden de beter bi durumdaydı nasıl uyandırsın hem zaten uyandırsa kapımı çalmak yerine üstüme atlayarak ya da boğarak falan uyandırırdı. Babam bi elinde süt diğer elinde kahveyle yanımıza geldi. 'alın bakalım' dedi ve karşımıza oturdu. 'Görkem bugün Ela'yı okula sen bırakıyorsun.' Abim ise kahve çok acı olmalı ki yüzünü buruşturarak içiyordu. Kafa salladı ve 'kalk bakalım ufaklık bırakalım seni' abim Tıp'ı kazanınca babam her ne kadar fazla geldiğini düşünse de dedem abime en yeni modelinden bir BMW almıştı. Gece mavisi araba diğer arabalara kıyasla daha göze çarptığı için bu rengi cidden çok seviyordum. Ama ben arabada her zaman kırmızıdan yanayım. Aynı Anıl'ın ki gibi. Arabaya yerleştiğimiz de abimin gaza basmasıyla koltuğa yapıştım. Evet, hızı seviyordum. Ama sabahın köründe bu hız da pek mide kaldıran bir durum değildi. Okulun önüne geldiğimiz de tam abime yavaşla diyecekken o çoktan yanlayıp aşırı havalı bir şekilde arabayı durdurdu. Herkes kim bu çocuk? Yanındaki kim ya? Gibisinden bakarken abime döndüm ve 'aferin abi ya ne gerek vardı dikkat çekmeye yavaş dursan ölürdün sanki' 'ne yapabilirim fıstık hem benim sayemde erkekler de yaklaşamaz. Dalyan gibi çocuğum maşallah' kendini övmeye devam ediyordu ki yanaklarından öptüm. Onunda öpmesi için yanaklarımı ona çevirdim ve o da sulu sulu öptü. Buradan şunu anlıyoruz ki abim ayıkken de böyle öpüyormuş. Arabanın kapısını açıp indiğimde kızlar arabanın içine, erkeklerse arabanın kendisine bakıyordu. Eğilip 'hadi dikkatli git' dedim ne yaparsın kardeş yüreği. El salladığında kapıyı kapattım ve içeri girdim. Kızların bakışlarına maruz kalsam da yapacak bir şeyim yoktu. Herkes de benim abim gibi hem yakışıklı hem zeki hem kaslısı yoktu. Okulun bahçesinde Poyraz'ı gördüm ama yanında Cansu yoktu. Çok ilginçti. Birbirlerinden ilk kez ayrıydılar. Onları ilk defa böyle ayrı gayrı görüyordum. Poyraz ona baktığımı anlamadan içeri girmeye çalışırken bir anda belimden biri çekti. Tahmin etmesi zor değildi. Anıl'dı çeken kişi, 'günaydın kaçak' dedi sabah olmasına rağmen enerjikti. 'günaydın' dedim gayet sakin bir şekilde. 'kaçmak yok ama şuan Poyraz'ın yanına gitmek istemiyorum. Hadi seni sınıfına bırakayım.' Sanki uzak bir yere gidiyormuşum gibi davranıyordu. Sınıfa ilk ben sonra Anıl girdi. Sınıf Anıl'ın popülerliğini biliyordu. Ve herkes neden benimle olduğunu anlayamamıştı. Beyza ve Melisa'nın bizim sıramız da oturduğunu gördüm. Bizi görünce hemen 'günaydın Elacığım' dedi kibarlaşarak Beyza. Bende 'günaydın' dedim Anıl önce bana sonra sınıfa baktıktan sonra 'sen nerede oturuyorsun sevgilim' dedi. Ben ağzım beş karış açılmış vaziyetteyken kızlar da kıkırdıyordu. Sanki haberleri vardı. Sınıfta hemen fısıldaşmalar başladığında Anıl'ın planının bir parçası olduğunu anladım. Melisa'nın yerini gösterdiğimde 'affedersin rahatsız edeceğim ama sevgilim yerine oturacak' dediğinde Melisa hemen 'ah tabi gel Eloşum' dedi ve kalktı. Anıl bana aynı bebekmişim gibi davranıyordu. Sandalyemi çekip beni oturttu ve önümde eğildi. 'noldu?' dememe kalmadan ayakkabı bağcıklarımı bağlamaya başladı. 'çözülmüşler sevgilim' dedi ayağa kalktı. Zilin çalmasıyla yanağımdan öptü ve teneffüste görüşürüz.' Dedi. O kadar içten, doğal ve gerçekçi rol yapıyordu ki bir an ben bile gerçekten sevgiliyiz sanmıştım. O değil sınıftakiler yavaş yavaş yanıma gelip 'siz sevgili misiniz? Nerde tanıştınız? Dün duymuştum birkaç kişiden ama bugün kendi gözlerimle gördüm. Tarzı cümleler duydum. Başımı ağrıtmaya yetmişti bile. Dikkat çeken biri olmadığım için üstüme bir anda bu kadar ilgi gelince felaket bunaldım. Matematikçi tam zamanında geldi. Herkes yerine oturdu ve defterlerini açtı. Ve ders boyunca dersle ilgilendim, notlar tuttum. Dersler ilginçtir ki hızlıca geçip gitmişti. Teneffüsler de Anıl'la el ele tüm okulu dolaşmak ve kantine götürmesi, bahçe de kahve içip kızlarla muhabbet etmemiz, öğle yemeğinde zoraki bir biçim de Cansu'nun bize Poyraz'la katılmasıyla gün hızlıca ilerlemişti. İlginç olan Cansu dut yemiş bülbül gibiydi. Benimle konuşmaktan çekiniyordu sanki. Hoş bende bunu istiyordum. Zilin sesini duymamla çantamı toplayıp sınıftan çıktım. Kızlara doktor randevum olduğunu söylemiştim. Okuldan çıkarken Anıl eliyle gelmemi işaret etti. Ama fazla oyalanamazdım. Randevuyu kaçırmak son isteyeceğim şeydi sonuçta. 'noldu yine' dediğim de 'bebeğim seni ben bırakacaktım.' Anlaşılan o ki Anıl'a söylememiştim. 'benim randevum var ona yetişmem lazım bırakır mısın?' dediğimde gözleri dehşet biçimde bakıyordu. 'iyi misin?' diye endişeli biçimde sorduğum da 'oyun oynuyor olabiliriz, ilişkimiz de sahte olabilir ama ben bile kızlarla ilişkimi senin için bitirdiğim halde bakıyorum da sen bitirmemişsin. Bir de üstüne beni bırakır mısın diyorsun ya' Nasıl yani gerçek randevudan bahsetmiyordum ki. Zekâ seviyesini buradan okuyabiliyorum artık. 'aptal öyle randevu değil bu doktor randevusu' dediğim zaman 'haa öyle randevu tamam atla o zaman' dedi ve şapşal şapşal kafasını kaşıdı. Sanırım utandı. Hastane yerine özel polikliniğe gelmiştim. Çünkü hastanelerden nefret ederim. Anıl'a bıraktığı için teşekkür ederken beni susturdu ve arabadan indi. 'seninle geliyorum Ela hadi bakalım yürü' oflayarak içeri girdim. Sekreteri girebileceğimi söylerken benden çok Anıl'la iletişim halindeydi. Ah şu sekreterler niye hep böyleydiler. İçerde yaşını başını almış birini beklerken genç bir kadın gördüm. Bana 'hoş geldin Ela' dedi sıcakkanlılıkla aynı şekilde selam verince boy, kilo, yağ oranım, kan tahlilim falan filan her testi yaptık. Vermem gereken çok kilo vardı. Ama 6 ay bu kiloyu vermem için ideal bir zamandı. Doktorum bana doktor-hasta ilişkisinden çok arkadaşça yaklaşmıştı ki bu en çok benim hoşuma gitmişti. Gerekli tetkiklerin yazılı olduğu raporumsu kâğıtta spor yapmamam için bir etken de çıkmadığına göre direkt eve gidip oradan spor salonuna geçerdim artık. Doktoruma teşekkür edip bir sonraki randevuyu da 1 ay sonraya aldık. Anıl beni eve bıraktı ve spor salonumun nerede olduğunu da sordu. Yoldayken geçtiğimiz yeri tarif edince kaçta gideceğimi de sordu. Allah aşkına bu çocuk niye bu kadar çok soru soruyordu. Eve geldiğimde hemen spor çantamı hazırladım ve 1,5 litrelik suyumu da alıp evden çıktım. Spor salonuna yürürken telefonumun melodisi duyuldu. Annem arıyordu. 'meleğim ne yaptın bakalım doktor da' diye başlayan konuşmamız kısa süre sonra bitmişti. Malum okul müdürü olmak kolay değil. Yürüyerek konuştuğum için çoktan salona gelmiştim. Girişteki kadınla konuşup soyunma odasına eşyalarımı bırakmaya indim. Salona inip spor yapmaya başladım. Ölesiye yorulduktan sonra artık çıkmam gerektiğini anladım ve soyunma odasında işlerimi bitirip çıkış yaptım. Her zamanki gibi kulaklığımla yürümeye başladım. Sahil yolundan gittiğim için denizin dalgası ve rüzgârın hafif tınısıyla yürüyordum. Ta ki arkadan korna çalan bir araba görene kadar durdum ve yan gözle arabaya baktım. Poyraz'ın arabasını göreceğim aklımın ucundan geçmemişti. Ben daha çok organ mafyası beni kaçıracak ya da sapık heriflerdir diye düşünmüştüm. Poyraz 'Ela nasılsın?' dedi o güzel sesiyle 'iyiyim sen?' 'pek iyi sayılmam ama seni gördüm daha iyi oldum.' 'niye bir sorun mu var?' 'haberin yok mu? Cansu'yla ilişkimize biraz ara verdik.' Ne dedi o. Pardon yanlış mı duydum. Allah'ım tövbeler tövbesi 'ciddi misin? Nasıl oldu? Yani ne zaman ayrıldınız?' diye sorunun üstüne soru soruyordum ki 'uzaktan konuşmayalım bin de evine bırakayım.' Dediğinde tabi ki onu kıracağıma kafamı kırardım. O yüzden kafa salladım ve hemen bindim. 'uzun zamandır kavga ediyorduk zaten ama böylesi olmamıştı. Okul çıkışında konuşuyorduk. Seni, Anıl'ın kardeşim dediğim adamın sevgilisini kıskandı. Sana bakarken normal bakmadığımı bir anlam olduğunu hatta sadece benim değil senin de öyle baktığını söyledi. O tartışmalarımızın sonunda söyleyebileceğim bir şey yoktu. Ayrı kalmak bir süre bize iyi gelecek.' Göbek atmak için çok erkendi. En iyisi evde Mahmut Tuncer'le halay çekmek. Ama içime de oturmadı değil şu kardeşimin sevgilisi olayı neyse 'bir nevi benim yüzümden ayrılmışsınız. Keşke bunlar yaşanmasaydı' yalan vallahi çarpılacağım şimdi 'seninle bir ilgisi yok canım' dedi ve elime destek verircesine tuttu. Bismillahirahmanirrahim. Kafamı ona çevirdim. O da bana bakıyordu. Gözlerinde boğuluyordum. Farkında bile değildi. Bu kadar anlamlı bakmamalıydı. Yoksa her şeyinin tiryakisi olduğum bu çocuk bana en büyük vurgunu yapabilirdi. Araba durmuştu. Ama biz gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk. Bir anlık gaflete düşüp dudaklarına bakmak istedim. Yapsam yanlış anlardı. Tabi anlayacak. Ama tam gözlerimi çevirecekken dudaklarıma bakan Poyraz oldu. Kafasını yaklaştırmıştı ki.
---BÖLÜM SONU!----
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzun Lafın Kısası
Romanzi rosa / ChickLitŞişman ve kendine güveni olmayan bir kız 'Ela'... Yıllardır Poyraz'a olan aşkını karşılık beklemeden sürdüren, kendinden önce onu düşünen platonik aşkın en ağır mahkumu. Ela bu hikâyenin esas kızı. Ama esas oğlanı seçmesi gerekiyor. Esas oğlan Poy...