|:| Mavinin Tonu |:|
Dizilerde gördüğüm gibi kalemi elimde çevirmeye çalışırken bir el kalemi parmaklarımın arasından aldı ve sertçe masaya bıraktı.
"Kaçma artık. Bugün bu konu konuşulacak."
Masanın örtüsündeki desenleri incelemeyi bırakıp odağımı sıkılmış arkadaşıma çevirdim.
"Efendim Ezgi?"
Arkasına yaslandıktan sonra iri kahverengi gözlerini yavaşça kıstı ve "İki gün önceki olay da neydi öyle?" dedi.
Kazanın üzerinden iki gün geçmişti. Bu süre zarfında hem kelimelerle olan oyunumdan hem de insana kendini unutturacak kadar güzel olan gözden uzak kalmıştım.
"Hiç," dedim i harfini gereğinden fazla uzatarak. "Yazılarım için bir karakter daha buldum. Bu seferki başrol."
Ezgi önündeki türk kahvesinden bir-iki yudum aldıktan sonra kahve fincanını geri bıraktı. "Onu biliyorum. O panikte neydi? Neler oldu orada, neden nefesin kesildi? Ne kadar endişelendiğim hakkında bir fikrin var mı?"
Bakışlarımı önümdeki kahve fincanına düşürüp sesimin nasıl çıkacağını umursamadan, "Özür dilerim. Seni bu kadar endişelendirmeye hakkım yok," dedim.
İtilen sandalye sesinden sonra Ezgi'nin iki yanıma sardığı kollarını hissettim. "O kadar korktum ki, hareket dahi edemedim. Hakan ve Geray olmasa ne zamana kadar orada öyle durup sana bakardım, hiç bir fikrim yok. Onlara bir ara teşekkür etmeliyiz."
Ne yaptığımı farketmeden Ezgi'nin kollarından kurtulup ayağa kalktım. "Evet. Bu yüzden ikisiyle buluşmalıyız."
Ezgi sol dirseğini masaya yaslayıp eliyle alnını ovaladı. "Çocuğu fazla çıldırtma bari. Geçen sefer olanı hatırlıyor musun?"
"Çocuğu koşarak kaçırdığım zamanı mı?" dedim, mahçup olduğumdan dolayı kısık çıkan sesimle.
Ezgi güldükten sonra ayağa kalkarken, "Evet. Ama çocuğun tipi cidden manyak bir şeydi," dedi.
Masada duran ve soğumaya yüz tutmuş kahvemi kafama diktim. Lakin bunu yaparken kahvenin telvesini hesaba katamamıştım. Ağzımdaki acı tatla öksürük krizine girerken masada duran suyu aldım ve büyük yudumlar almaya başladım. Suyunu bitirdiğim bardağı masaya bırakıp gülen Ezgi'ye döndüm.
"Giden gitti, biten bitti. İyiki kaçırmışım. Kaçırmasaydım şu an Geray başrol olamazdı."
Mutfak kapısından çıkacakken aniden durup Ezgi'ye döndüm. "Hakan ile sen ne iş?"
Ezgi'nin gözlerinin boyutu yavaşça artarken yutkunma sesi mutfağı doldurdu. "Ne işi olacak? Arabalarla ilgili iş işte."
Dudaklarımda alaylı bir tebessüm peyda olurken, "Hı," diye mırıldandım. "Kesin öyledir. Aranızdaki diyalog da şeydir hatta," dedikten sonra sahte bir kahkaha attım. "Baksana Hakan ne güzel çarpışan arabacılık oynadık." Sesimi kalınlaştırdıktan sonra bir kez daha kahkaha attım ve ses tonumu değiştirmeden, "Aynen Ezgi'ciğim," dedim.
Ezgi'nin burnu her zaman utandığında olduğu gibi kızarırken masada duran peçeteyi eline aldı. "Ya, ne âlâkası var?"
Elindeki peçeteyi bana fırlattığında hemen önüne düşeceğini tahmin edememiş olacak ki gözlerini kırpıştırarak ayağının dibindeki peçeteye baktı.
Kahkaham amerikan tarzı mutfakta yankılanırken çalışma odasına ilerlemeye başladım.
"Ezgi, aşk başına geçmiş bile."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aradığım Karakter
Novela Juvenil"Ben, kırk derecelik sıcağın altında yanarken bile, senin yaktığın kadar yanmamıştım."