Herkese merhaba!
Can't Nobody Love You 1000 okunma olmuş! Nasıl mutlu oldum, heyecanlandım bilemezsiniz ^-^ Okuyan, oylarını ve tatlış yorumlarını eksik etmeyen herkese çok, çok teşekkür ederim! Neyse, sizi daha fazla tutmayayım, iyi okumalar! <3
(bir de medyaya çok daha ponçik bir fotoğrafım vardı aslında, ama aradım aradım bulamadım :/ bulursam atacağım yine de ^^)Jimin kolu kırıldığı için olimpik takımdan çıkarılmıştı.
Lanet adam bir günde çocuğunun hayatını tekrar başına yıkıp, çıkıp gitmişti. Jimin konuşmuyordu. 6 yaşındaki küçük oğlan çocuğu gibi, tekrar içine kapanmış, gözleri uzaklara dalıyordu. Annesi onu tekrar böyle gördüğü için kahroluyordu. Sürekli yanına gidiyor, şefkatle "Jiminie, bir şey ister misin tatlım? Sana yiyecek bir şeyler hazırlamamı ister misin? Bak, büyükannen çok sevdiğin acılı tavuktan yapıyor. Ya da gel biraz dışarı çıkalım oğlum. Hava alalım, dolaşalım. Onu da istemezsen, geleyim birazcık yanına saçlarını okşayayım. Neden böyle üzgünsün anlat bana. Ağlamak istiyorsan içinde tutma gözyaşlarını, dök rahatça bebeğim. Lütfen, böyle yapma ama." diye ifadesizce başka yerleri izleyen Jimin'e yalvarıyordu. Ne kadar dil dökse de işe yaramıyordu çabaları. Oğlunun neden bir anda böyle içine kapandığına anlam veremiyor, sürekli Yoongi'ye sorup ondan da cevap alamıyordu.
Jimin bütün gün alçılı koluyla sonbaharın sihrini dokundurduğu dökülen ağaç yapraklarını, karanlık bulutların getirdiği sağanakları izliyordu. Okula gidecek mecali kalmamıştı. Ne yiyip içiyor, ne de gözüne doğru düzgün uyku giriyordu. Ayağa kalktığı anda başı dönüyor, tekrar kendini kalktığı koltuğa bırakıyordu. Sarışın çocuğun günden güne çöküşü iki zavallı bayanı çaresizce onu izlemeye mahkûm etmişti. Ne kadar çabalasalar da Jimin doğru düzgün bir cümle kurmuyordu.
Bakışlarındaki dalgınlığı alıp uzaklara götüren kişi Yoongi olmuştu. Her gün okul çıkışında acele adımlarla Bayan Chung'ın küçük evine ilerliyor, dört adımlık merdiveni tek adımda atlıyor ve kapıyı çalıyordu telaşla.
"Nasılsınız Bayan Chung?" Yoongi buruk yüzüne bir tebessüm zorlayarak yaşlı kadının halini hatırını sorduğunda cevap olarak hüzünlü bakışlar aldı. Jimin küçük kazayı geçirdiğinden beri evi bir keder kaplamıştı ve kimse de bunu dağıtmaya güç bulamıyordu kendinde.
"İçeride, öylece dışarıyı seyrediyor. Bugün hiçbir şey yemedi. Tek açık bıraktığı kapı sensin oğlum." Kadının çaresiz bir şekilde bu kadar samimi konuşması Yoongi'nin kalbini ısıtırken aynı zamanda parça pinçik etmişti. Dudaklarındaki buruk tebessüm acıyla buruşturduğu yüzü ile kaybolmuştu. Yutkundu ve aralanan kapıdan içeri girdi.
Küçük adımlarla salona ilerlediğinde koltuğun kenarında minicik kalmış bedeni görünce kalbinin atışları hızlandı. Her zamankinden daha çok özlüyordu onu şimdi. Yanındaydı, sarılıyordu, öpüyordu, okşuyordu saçlarını, birbirinden güzel hitaplar sayıyordu ona. Ancak sarılışına karşılık soğuktu, öpücükleri yanaklarında donakalıyordu, elleri saçlarında titriyor, dudaklarından dökülen kelimeler sonbaharın esintisine kapılıyordu. Üşüyordu Min Yoongi. Minik kuşu uçamıyordu artık, kanadı kırılmıştı. Son sürat, yeryüzüne geri düşüyorlardı. Yoongi çabalıyor, gayret ediyor, altına sığındığı kanatlara tekrar güç gelmesi için dileniyordu. Fakat, gökyüzü uzaklaşıyordu onlardan. Yere hızla düşüyorlardı. Üşüyorlardı.
Usulca yanına oturup dışarıdaki çiseleyen yağmuru izleyen Jimin'e endişesini saklamaya çalışarak baktı. Bir eli çenesinin altındaydı. Yoongi ellerini uzatıp Jimin'in alçıdan yüz gösteren küçük parmaklarını okşadı.
"Güzelim, nasılsın bugün?" Jimin hasret kaldığı güzel sesle başını hemen sevgilisine çevirdi. Buruk bir gülümsemeyle yüzüne baktı çocuğun. Acısı hafifliyordu günden güne. Özellikle de Min Yoongi'nin kar tanesi kadar pürüzsüz ve soluk çehresini gördüğünde ufakça buharlaşıp, yüreğindeki sızı hafifliyormuş gibi hissediyordu.
Bir şey söylemedi, uzun süredir çok konuşmadığından dudaklarının bir şeyler söylemek için aralanmasını da yadırgar olmuştu. Konuşmak için aralayıp bundan vazgeçince, kırmızısı solmuş dudaklarının arasından soğuk, titrek bir nefes verdi. Tekrar solmuş kırmızı güllerin rengini almış dudaklarını birbirine bastırıp bir tebessüm zorladı.
Konuşmamaktan kısılmış sesiyle "Kucağına uzanabilir miyim?" diye sorduğunda biraz çatlamıştı. Yoongi sesini özlediği çocuğun fısıltısını duyduğunda hem minnet duymuş, hem de canı acıyormuş gibi dudaklarından dökülmesiyle kalbine bir ağrı saplanmıştı. Hemen bacaklarını sarışının başı için hazırlayıp elleriyle iki kere vurarak gelmesini işaret etti. Jimin olanlardan sonra ilk kez kendi isteğiyle Yoongi'ye sığınıyordu, koyu saçlı olan bu adımla kalbi daha da hızlanırken heyecanlı nefeslerini kontrol altına aldı.
Jimin usulca kafasını sevgilisinin zayıf baldırlarına koydu ve üç kişilik koltukta kapladıkları bir buçuk kişilik yerdeki kolçaktan bacaklarını aşağı sarkıttı. Yoongi'nin uzun parmakları anında şakaklarındaki yerini bulurken çocuğun ona verdiği huzuru özlediğini fark etti ve aniden gözkapakları yorgun gözlerini örttü. Yoongi gülümsedi kanı çekilmiş gibi olan, fakat o saf güzelliğini kaybetmeyen surata. Elinde olsa yıllarca Jimin rahat bir uyku çeksin diye hareket etmez, nefes almazdı.
Şakaklarına masaj yapan parmaklar yavaşça sarı saçlara çıktığında Jimin'in daha çok mayıştığını fark etmişti. Sürekli aklını meşgul eden düşünceler yüzünden çatık olan kaşları şimdi gevşemiş, sıkı sıkı kapattığı dolgun dudakları aralanarak hafifçe yamuk olan ön dişlerini açığa çıkarmıştı. Park Jimin uyurken de tapılası görünüyordu.
Areum salondaki ikiliye bakmak için kafasını duvarın arkasından uzattığında oğlunun günler sonra tatlı bir uykuya daldığını görünce neredeyse mutluluktan dizlerinin üstüne çökecekti. Hemen ince bir battaniye getirip Yoongi'nin dizlerinde uyuyan oğlunun üstünü örtmüştü uyandırmaktan çekinerek. Dokunursa uyanır diye yanağını okşayıp kokusunu içine çekmek isteyen yanını bastırdı ve oğlunun saçlarını usul usul okşayan Min Yoongi'ye baktı.
"Teşekkür ederim." Dudaklarını oynatarak söyleyince Yoongi başını eğdi gülümseyerek. İkinci oğlu olarak gördüğü siyah saçlı çocuğun alnını elleriyle açıp öptü ve saçlarını okşadı. Yoongi bu anaç hareketle mahcup hissederken ne yapacağını bilemedi. Bakışlarını tekrar kucağındaki sevgilisine indirdi.
Uyu minik kuş. Sonsuz düşüşümüzü engellemek için elimden gelen her şeyi yaparken ben, sen şimdilik sadece uyu. Bu acımasız dünyada kanatlarına bırakılan bütün acıyı, ben sırtıma yükleneceğim. Sen yeter ki böyle özgür, böyle masum kal. Sen tekrar uçabildiğin sürece, yüklendiğim acıların ehemmiyetsiz kalır. Özlediğim kanat çırpışların bana mavi gökyüzünü yaklaştırır, ben yine mutlu olurum.
Sen sadece uyu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐜𝐚𝐧'𝐭 𝐧𝐨𝐛𝐨𝐝𝐲 𝐥𝐨𝐯𝐞 𝐲𝐨𝐮, 𝐲𝐦
Fanfiction[yoon.min] "Beyaz buzun üstündeki zarif hareketlerini anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalır, büyüsünü bozmaktan korkarım. Bilmem o güçlü sıçrayışlarının, dengeli dönüşlerinin isimlerini. Ama hep gözümde minik, beyaz bir güvercindir Park Jimin. V...