7: İSTANBUL

927 33 54
                                    


Hayat sizi zorluklarla geri çekiyorsa,
Daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir.

Paulo Coelho

.
.
.
.

Anıl'dan

İstanbul ödül oyunundaydık ve durum 9-8'ydi, öndeydik. Birazdan Nahigan ve Merve yarışacaktı. Merve'nin atışları bugün genel olarak kötü olduğu için Nagihan'ın kazanmasına kesin gözüyle bakıyorduk. Onlar çoktan yarış için parkurun başlangıç noktasına geçmişti. Biz hepimiz ayakta, büyük coşkuyla, oyunun başlamasıyla Nagihan'ı desteklemeye başlamıştık. Sadece Damla benchin arkasında duruyordu. Nagihan tüm parkuru başarıyla tamamladıktan sonra şimdi sıra atışlardaydı. Topları yuvarlayıp bibloları yıkmayı başlamıştı bile. İkisininde çok az biblosu kalmıştı. Merve önüne yuvarlanan topu farkedemeyince Nagihan fırsat yakalamıştı. Arkasındaki topu alıp atış yapacağı yere geldi ve topu yuvarladı.

"NAGİHAN KAZANDI! İSTANBUL ÖDÜLÜ GÖNÜLLÜLERİN!"

Nagihan'ın son bibloları devirmesi ve Acun abinin sesiyle beraber hepimiz Nagihan'ın yanına koştuk. Herkes birine sarılırken durdum. Kollarım havadaydı ama benim sarılacağım kişi burada değildi ki. Kollarımı yavaş yavaş indirip benche Damla'nın yanına doğru gittim. Dirsekleri benchteydi çenesini ellerine yerleştirmişti. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı.
"Kazandık. Sevinmedin mi?" ellerini yüzünden çekip kollarını indirdi.
"Sevindim tabi niye sevinmeyeyim?" Sevinmişti ama belli edemiyordu sanki.
"Anıl! Damla'yı da al, gel hadi!" Murat'a dönüp başımı olumlu anlamda salladıktan sonra tekrar Damla'ya çevirdim yüzümü.
"Madem sevindin... o zaman hadi gidelim yanlarına."
"Gitmek istemezsem yanlarına, kucağına alır mısın?" başımı iki yana salladım.
"Hayır." dedim, yutkundum ve devam ettim.
"Hayır ama elini tutarım." elini tutup peşimden çekiştire çekiştire bizimkilerin yanına götürdüm. Bu önemli ödülü kazandığımız için çok fazla sevinmiştik ama ne yazık ki karşı takımın kaybının da büyük olmasından dolayı bu sevincimize abartmamaya çalışmıştık.

******

"Ama böyle olmasa iyiydi. Ne var yani hemen gitseydik? Bu ertelemeye ne gerek vardı yani?"
"Hilmi ne dert ediyorsun oğlum şunu kendine? Kazandık mı? Kazandık. Öyle de böyle de gideceğiz İstanbul'a, göreceğiz ailemizi."
"Öyle tabi de hemen gitseydik daha iyi olurdu. Ben beklemeyi sevmiyorum, biliyorsun."

Hilmi ve Murat'ın konuşmasını sessiz sessiz dinliyorduk Damla'yla. Murat sağolsun ne yapıp ne edip Hilmi'yle aramızı düzeltti ama biz içten içe sevmiyoruz birbirimizi hâlâ. Yaktığımız ateşin başında sadece dördümüz vardık. Hakan, Nagihan ve Yağmur kızlar barakasında oturmuş orada sohbet ediyorlardı.

"Filmimi izleyeceğim ya baya heyecanlıyım. Çünkü ben baya baya hiç izleyemeyeceğimi düşünüyordum."
"Aslında keşke vakit bulsam da ben de izlesem şu senin filmi. Dönem işiydi değil mi?"
"Evet öyle. Milli mücadele yıllarında Vecihi Hürkuş'u anlatıyor."

Şu ortamda canım öyle sıkılıyordu ki... Damla da inat yapar gibi tam yanıma oturmuştu. Ufacık bir kıpırdama durumumda temas edebilirdik. Dikkatli hareketlerle Damla'dan biraz uzaklaştım. Yüzüne baktığımda zafer kazanmışçasına gülümsüyordu. Yaptığı her hareketten bu kadar etkilenmem asla normal değildi. Gururuyla ün salmış biri olarak bu kadar su koyvermem hiç normal değildi. Düşünüyorumda takımdan arkadaşlarım bu halimi görse büyük dalga geçerlerdi. Biraz daha burada kalırsam olmaması gereken şeyler olacak. Ayağa kalktım.
"Nereye?"
"B-barakaya. Yoruldum bugün çok o yüzden erken yatayım dedim."
Hiçbir şey söylemeyip anlayışla başını salladı. Daha bir iki adım atmadan bu kez de Damla'nın sesini duydum.
"Beklesene bir ben de geleceğim. Yani hava karanlık diye dedim."
"Tamam."
Yanıma geldiğinde birlikte barakaya doğru yürümeye başladık. Vardığımızda durdum, o da durdu.
"Gitsene hadi."
"İstemiyorum ki."
"Niye geldin o zaman?"
"Senin yanında olmak istiyorum çünkü."
Onu affetmemi istediğini biliyordum. Çoktan affettim zaten. Hem belki Yağmur'la o saçma konuşmayı hiç yapmamalıydım. Boynunu yalvarır gibi yana eğdi. O gün gözlerinden süzülen o yaşlar geldi aklıma. Kollarımı beline sarıp bedenini bedenime yasladım. O da sarıldı.
"Affettin mi beni? Barıştık mı şimdi?"
"Seni seviyorum."
"Bu 'barıştık' anlamına geliyor sanırım."
Kokusunu ne kadar çok özlemişim. Oysa o kadar da uzun zaman olmadı ama... Nasıl oluyorda ona ait olan her şeyi bu kadar erken özlüyorum? Hiç böyle bir sevgi görmemiştim daha önce. Hiç böyle sevmemiş ve sevilmemiştim. Bu kadarı çok başkaydı, bambaşkaydı. Kollarından ayrılıp yüzüne baktım. Gülümsüyor. Gözüne bir ışık gelmiş, bir parıltı...
"Gözüne ışık geldi." Yüzüne hayran hayran bakarak kurmuştum bu cümleyi.
"O zaman sen benim gözümün ışığısın."
"Çok güzel iltifat ediyorsunuz hanımefendi."
"Siz de daha fazlasını hak ediyorsunuz beyefendi."
"Öpmek istiyorum."
Gözlerini devirip çok ses çıkarmamaya gayret ederek bir kahkaha attı.
"İki dakika naif bir çift oluyoruz ve sen hemen durumu öpücüğe bağlıyorsun. Gerçekten nasıl başarıyorsun bunu hayatım? Zor olmuyordur tabi senin için."
Gülümseyerek, cilveli cilveli konuştu. Bir bebeği sever gibi yanaklarını sıka sıka sevmek istiyordum.
"Şöyle güle güle, bıcır bıcır konuşuyorsun ya! Bebek sever gibi sevmek istiyorum seni."
"Bebek sever gibi öyle mi? Bence senin aklına daha farklı sevme yolları geliyordur. Ha?" Boynumu büküp mahçup bir şekilde gülümsedim. Yanıma sokulup yanağımı öptü. Çekilmeden fısıldadı.
"İyi geceler hayatım."
Yanımdan ayrılıp gülümseyerek kızlar barakasına ilerledi.
"Ya.. ama Damla! Off! Sana da iyi geceler."

İçten İçe | AnDamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin