ti

5.2K 564 230
                                    

Babam, okula başlarken ilk olarak resim defteri ve renkli boyalar almıştı bana. Dediğine göre, evdeki duvarları boyamayı çok seviyordum. Hatırlıyordum, elime geçirdiğim her kalemle evin dört bir yanına bir şeyler karalardım. Annem kızardı ama babam sadece gülerdi. Bir keresinde odama zürafa çizdiğimde o da gelip yanına bir fil eklemişti. Çok mutlu olmuştum. Küçüktüm ama o zamanki mutluluğumu hala dün gibi hatırlıyorum.

Bana resim defteri almıştı, duvarların kurtulması gerektiğini düşündüğünü söylemişti. O deftere ilk resmimi beraber yapmıştık. Babam her zaman beni desteklemişti. İlkokul basket takımına girdiğimde diğer çocuklar hızlı koşamadığım için benimle alay ettiğinde o da benimle beraber üzülmüştü. Okul pikniğinde hoşlandığım kıza açıldığımda kafama limonata dökmüştü ve babam gelip teselli etmişti beni. Resmi, bir şeyler çizmeyi gerçekten sevdiğimi fark etmemi de o sağlamıştı. Bugün varsam, onun sayesinde vardım ben. Biliyordum, o yanımda olsaydı çok daha iyi bir adam olurdum.

Onu özlüyordum. Babamı özlüyordum ve günden güne hafızamdaki anıları silinecekmiş gibi oluyordu. Onu en son gördüğümde on iki yaşımdaydım. Büyürken en çok korktuğum şeydi babamın gülüşünü unutmak. Bunu düşünmek bile harap ediyordu beni. Babamı unutmak, hatırlamamak fikri içimdeki tüm varlığa acı çektiriyordu. Onu unutamazdım. Onu unutmamak için seçmiştim bu mesleği. Kalemi her elime alışımda babamın adı ile çizmeye başlıyordum. Parmaklarım altında var olan ne varsa, babam onlarda yaşıyordu. Ben, babamın varlığını resmediyordum her seferinde.

Taehyung da onları seyrediyordu şu an. Ona bu odaya girmemesini söyleyecektim, söylemeliydim. Benim özelimdi bunlar, iki logodan ya da illüstrasyondan ibaret şeyler değildi sadece yaptıklarım. Kim Taehyung benden erken uyanmış ve benim resim odamdaki tabloları inceliyordu.

Öyle bir bakıyordu ki kendimi karşısında çırılçıplak hissetmiştim. Hoşlanmamıştım. Onlar bana aitti, ben kendim bakmak için yapmıştım. İnsanların görmesini istemiyordum. İstemiyordum.

"Ne hakla buraya girersin?" Sinirli çıkmasına özen gösterdiğim sesim ile bana dönmüştü bakışları. Gözleri bir saniyeliğine de olsa büyümüş, ardından gülümsemesi ile kısılmıştı. Hayır, yılışık gülüşü değildi bu. İlk defa ondan nefret etmememi sağlayan bir gülümseme vardı yüzünde.

"Bunlar harika, grafiker."

"Senden övgü beklemiyorum. Şimdi, dışarı çık." Dört bir duvarda birbirinden farklı ama bir o kadar da benzer tablolar asılıydı. Camın önünde iki şövale duruyordu ve birinde henüz tamamlamadığım tuvalim vardı. Bakmasını istemiyordum, görmesini istemiyordum. Ama o bana inat yaparmış gibi yavaş adımlarla yaklaşıyordu odanın kapısına.

"Özür dilerim, girmeyecektim ama kapı aralıktı ve tabloları görünce bakmadan duramadım." Gelip tam dibimde durmuştu. Kapının eşiğindeydik, gözleri yine üzerimdeydi.

"İnsanların evinde böyle izinsiz gezemezsin."

"Ama, Jungkook..." Yine aynısını yapıyordu. Bana yine aynısını yapıyordu bu herif. Sanki yeterince yakın değilmişiz, nefesini yüzümde hissetmiyormuşum, gözleri gözlerimi delip geçmiyormuş gibi daha da yaklaşıyordu. Daha da yaklaşıyordu ve bu durum feci bir şekilde canımı sıkıyordu.

"Ben sanatı severim, sanatsal şeylere hep ilgi duyarım. Elimde değil." Cümlesini bitirir bitirmez çekilip gitmişti yanımdan. Tanrım, kendime gelmem için derinin de derini bir nefes aldım ve geri verdim. Bu odanın anahtarı neredeydi acaba?

Büyük pencerelerden birini açmış, kanepede oturmuş elindeki elmayı yiyordu. Elmayı nereden bulduğunu bile bilmiyordum, ben sevmezdim. Ayrıca dışarıdaki rüzgar yüzünden perdem havalanmıştı, her an yırtılabilirdi. Neden düzenimi bozuyordu ki? Ona bakmadan gidip camı kapattım ve güzel perdemi düzelttim. Tanrım, kırışmıştı bile.

fly til månenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin