"Yoongi'nin ev adresini biliyor musun?"
"Ne?" Kalabalığın arasında taksi durağına ulaşmak için ilerliyordum. Saat çok erkendi ve ben Seul'e dönmüştüm. Bir şeyler oluyordu çünkü. İnkarlarımı, korkularımı hiçe sayan bir şeyler meydana geliyordu. Bunu reddetmek beni daha da çekilmez yapmıştı. Annemi üzmüştüm, Hoseok'u üzmüştüm. Kendimi karanlık kuyulara hapsetmiş ve kaçmıştım. Şimdi karanlıktan çıkmam lazımdı, güneş falan değildim ben. Benim ay ışığına ihtiyacım vardı.
"Yoongi'nin ev adresini ver bana."
"Kook, neredesin sen?"
"Döndüm." Sağımdan geçen yaşlı adama çarpmaktan son anda kurtulmuştum. Nihayet bir taksiye bindiğimde Hoseok şoku hala atlatamamış olmalı ki bir türlü bana cevap vermiyordu.
"Hoseok, acele et."
"Şey, Tanrım... Bunu hayal dahi etmezdim. Tamam, mesaj atıyorum şimdi."
"Tamam."
Mesajdaki adresi şoföre söyledim ve geriye yaslandım. Bacaklarımdan biri otomatik bir şekilde sallanmaya başladı. Avuç içlerim terliyordu, saç diplerim kaşınıyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim, hiç bu kadar yanmamıştım.
Annem yarı yarıya haklıydı. Ona aşık değildim fakat bir şeyler vardı işte içimde. Hayra alamet değildi tüm bunlar. Gözümün önünden gitmeyen saçları, kokusu, bütün hepsini sürekli düşünüyor oluşum hiç normal değildi. Bunu olacağını tahmin bile etmezdim. Hep onun yüzündendi, geceleri sürekli gökyüzünü inceleyip duruyor ve gözlerindeki yıldızları bana gösteriyordu. Bu haksızlıktı, ona kapılmam tamamıyla onun suçuydu.
Hem gidiyordum ama ona ne diyecektim? Daha kendimden bile emin değildim, sadece görmek istiyordum. O arsız gülüşünü bile görmek istiyordum. Sürekli benimle uğraşmasını özlemiştim. Geceleri yanıma sıvışmasını, televizyonda aptal oyunlar oynamasını. Onu özlediğime bile inanamıyordum ki.
Yine de gidecektim, gitmem lazımdı. Bu delirmiş halim, onu görmezsem arşa yükselecekti çünkü. Bana kızgındı, kırgındı. Belki de benden nefret bile ediyordur. Bunları umursamıyorum, benim ona gitmem lazım. Eve dönmesini söyleyecektim. Çünkü biliyordum, ben o eve gitsem yine onun izleri beni karşılayacaktı. Ondan izler görmek istemiyordum, o izleri bıraktığına şahit olmalıydım. Pencereleri istediği kadar açabilirdi, dolapta bir sürü elma bulundurabilirdir. Bunlar olmazsa, dönemezdim o eve.
Taksiden indiğimde önümdeki birkaç katlı apartmana baktım. İkinci kattaydı daire. İkinci kattı. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi yumdum, geri açtım. Hazır değildim, hiç hazır değildim. Ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu, provam yoktu. Ben anlık şeyler yapan biri değildim, gergindim. Nefesimi yineledim, ikinci kat.
Dairenin önüne geldiğimde elim zile uzanıp uzanıp geri gidiyordu. Kulaklarımda anlam veremediğim bir sıcaklık, bacaklarımda titreme vardı. Tanrım, Tanrım...
Tam netleşip izle uzanmıştım ki kapı açıldı. Ben daha ne olduğunu idrak edemeden sarı saçlı bir kadın gözlerini açarak bana bakmaya başladı.
"Ben..."
"Yongsun, taksiyi aramış mıydın?" Sesi, lafımı ağzıma tıkmış, üstüne de beni bir güzel tokatlamıştı. Görüş açıma girdiği an bir kolunu ceketine sokmuş, yere bakarak kapıya doğru ilerliyordu. Beni gördüğü an diğer kolu açıkta kaldı. Şu birkaç gündür ben de ayazdaydım, kat kat giysem bile ısınamıyordum. Ceketine sığınıyordu o da. Oysa sığınak bendim onun için. Saçları darmadağındı ve kahverengiydi. Grileri gitmiş, yerini koyu bir kahverengi almıştı. Öyle uzanmıştı ki saçları; ensesine iniyor, gözlerini kapatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fly til månen
FanfictionDEVAM ETMEYECEK 🌒 "Ay çocuğu... Sen aydan da parlaksın." @Helaryaa Jungkook, iş ve ev hayatında titiz olan biridir. Ona iş teklifi yapan Taehyung ile birlikte hayatı karışır, dağılır, tepetaklak olur. stranger to lovers, obsessive jungkook