Sağımda Yoongi, solumda Yongsun, karakolun pis koltuklarında oturmuş Taehyung'un içeriden çıkmasını bekliyorduk. Dizlerimi sallamadan duramıyordum. Ellerim terlemiş, vücudumu bir titreme esir almıştı. Elimden bir şey gelmiyordu. Niye buradaydık, neden buradaydı bilmiyordum.
"Sakinleş." Yongsun'un elini dizimde hissettiğimde irkildim. Bana bakıyordu, gözleri kırık bir şekilde bakıyordu bana. Onun dokunuşu ile dizlerimde süre gelen hareketliliği durdurdum ve ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi dışarıya bıraktım.
"Çok oldu, ne zaman çıkacak?" Daha fazla oturamayacağımı anlayıp ayağa kalktım. Bir ileri bir geri gidiyor, yine de sığmıyordum bu yere. Onu görmeye ihtiyacım vardı. Buna dayanamıyordum.
"Jungkook, otur." Yoongi'nin duygu barındırmayan sesi beni çileden çıkaracak cinstendi.
"Oturamam. Bir saat oldu neredeyse. Sabah sabah burada ne işimiz var? Neden bir şey söylemiyorsunuz?" İyi değildim, hiç iyi değildim. Yongsun gelip kollarıma tutundu fakat ihtiyacım olan şey onun dokunuşları değildi.
"Jungkook, lütfen. Neler olduğunu anlamış değiliz biz de. Sakin ol." Yongsun'un cümlesine karşılık verecektim ki karşımızdaki kapı açıldı ve Taehyung nihayet dışarı çıktı. Gözleri beni bulduğunda ona gidip sarılış hızım, hiçbir fizik kuralı işe açıklanamazdı.
Tüm gece yanımdaydı. Tüm gece kokusu burnumdaydı ama öyle özlemiştim ki tarifi çok zordu bunun. Ona bir şey olmamalı. Başına bir şey gelmemeli, üzülmemeli. Taehyung hep benim kollarım arasında olmalı, tıpkı şu an olduğu gibi.
Saçlarımda gezinen parmakları, sırtımı okşayan eli mekan kavramını unutturdu bana. Biraz geri çekilip dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Bu kısa an, bütün ömrüme bedeldi. Ellerim çoktan yanaklarını bulmuş, okşuyordu. Alnıma değen saçları, onun burada olan gerçekliğinin ispatı gibiydi.
"Özür dilerim." Fısıltısı kulaklarıma ulaştığında tekrar öptüm onu. Başımı deli gibi iki yana sallıyordum, gözleri gözlerimi yakıyordu.
"Seni böyle endişelendirdiğim için özür dilerim."
"Taehyung?" Yoongi'nin sesi ile ikimiz de ona döndüğümüzde yanında bir adam duruyordu. Ellerim altındaki teninin gerildiğini öyle bir hissetmiştim ki onu buradan alıp götürme isteğim daha da artıyordu.
"Senin burada ne işin var?" Takım elbiseli, fazla yaşlı olmayan bir adam duruyordu karşımda. Fakat onun kim olduğunu anlamam için sadece bakmam yeterliydi zaten. Taehyung'a o kadar benziyordu ki yüzlerindeki tüm ayrıntılar bile aynıydı. Tek göz kapağı belirgindi, burnunda aynı yerde olmasa da bir ben vardı. Gözleri, aynıydı ama bakışları bambaşkaydı. Bu adam Taehyung'un o çok merak ettiğim babasıydı.
"Taehyung, benim bir şey yapmadığımı biliyorsun." Elini elimden çekip adama biraz daha yaklaştığında Yoongi'nin tetikte oluşu beni daha germişti. Bir an önce burdan gitmek istiyordum, onu bir an önce buradan çıkarmalıydım.
"Sorun da bu değil mi zaten? Hiçbir şey yapmıyorsun ki."
"Elimde değil. Bilmiyormuş gibi davranma." Adamın tok sesi bin bir türlü his barındırıyor gibiydi. Taehyung saçlarını geriye doğru taradı, gözlerini yumdu, dudaklarını yaladı. Gergindi, çok gergindi.
"Ne var, biliyor musun? Sen köle olmaya çok alışmışsın. Beni de kendin gibi görmekten vazgeç. O küçük ailen istediğini yapsın. Umurumda değil, baba." Ardına dönüp elimi tuttuğu gibi yürümeye başlamıştık. Yoongi'nin babasına bir şeyler söyleyip peşimizden geldiğini duyuyordum. Koridoru dönecekken adam tekrar konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fly til månen
FanfictionDEVAM ETMEYECEK 🌒 "Ay çocuğu... Sen aydan da parlaksın." @Helaryaa Jungkook, iş ve ev hayatında titiz olan biridir. Ona iş teklifi yapan Taehyung ile birlikte hayatı karışır, dağılır, tepetaklak olur. stranger to lovers, obsessive jungkook