"Bay Jeon?"
Öyle uykusuzdum ki saat öğlene geliyordu, ben üç sert kahve içmiştim fakat yine de ayılamamıştım. Kafamın içinde anlam veremediğim şeyler dönüp duruyor ve asla susmuyorlardı. Berbattım, berbat bir haldeydim. Her an klavyenin üzerine bayılıp düşebilecek kadar berbattım.
"Bay Jeon?"
Sanırım bu seslenen Chae-young'tı. Allak bullaktım, sesleri dahi ayırt edemiyordum. Kafamı kaldırıp baktığımda elindeki siyah dosyayla tepemde dikildiğini gördüm.
"Şey, reklam panoları için yapılan beşinci afiş basımdan çıkmış. Görmek istersiniz diye, haber vereyim dedim." Saçlarım gözlerimin önüne düşüyordu. Aldırmadım.
"Mark ya da Jeabum gördü mü?
"Evet."
"Tamam, bana gerek yok. Çıkabilirsin."
Üç gündür ajansa neden gittiğimi hatırlamakta zorluk çekiyordum. Üç gündür bir şey yapıyor, yaşıyor ama neden olduklarını bilmiyordum. Olması gereken bu değildi. Evde ferah bir şekilde zaman geçirecektim. Resim, çizim yapacak, arada da olsa sevdiğim televizyon programlarımı izlyecektim. Çamaşırlarımı renk sırasına göre yerleştirecek, favori çoraplarımı ütüleyecektim. Olması gerekenler tam da bunlardı. Benim yaptığım ise üç gündür nefret ettiğim halde buzdolabındaki elmalardan yemekti.
Uyuyamıyordum ve bu zaten huysuz olan bünyemi iyice sinirli bir hale sokuyordu. Dün Hoseok eve geldiğinde kendimden nefret etmiştim çünkü ne kadar dağınık olduğunu bildiğim arkadaşım bana ter kokuyorsun demişti. İşte, benimle beraber mabedim de çöküyordu galiba.
Ajanstan çıkmadan önce Bay Choi'nin yanına gittim ve birkaç gün için izin aldım. O kadar kötü gözüküyor olmalıydım ki normalde asla kabul etmeyeceği bir şeydi bu, ikiletmeden beni dışarı yolladı. Fakat bu izin işi bana iyi gelecek miydi emin olamıyordum. Balkona çıkamıyordum, diş fırçamı banyodan almıştım, başka yerde fırçalıyordum dişimi. O odaya giremiyordum. Kanepede yatıyordum çünkü yastıklarım onun kokusunu barındırıyordu.
Neden böyle olmuştu? Huzurlu değildim, rahat değildim. Göğsümde bir yara vardı ve git gide daha da büyüyordu. Saramıyordum onu, durdurmıyordum kanamasını. Elimden bir şey gelmiyordu, hiçbir şey. Sadece elma yiyordum.
Eve yürüyerek gitmek istemiştim. Omzumdan asılan çantaya tutundum, bir şeylere tutunman gerekiyordu. Adımlıyordum, adımladığımı sanıyordum. Hareketlerim ve düşüncelerim sanmaktan ibaretti. Gerçeklikle bağlantım kopmuştu, sinyal dahi alamıyordum. Neyim vardı böyle benim? Neyim var?
Buzdolabında soğuk su kalmamıştı. Bulaşık makinesi doluydu. Çiçeklerim kurumak üzereydi. Tanrım, neden hiçbirini umursamıyorum. Her yer kalabalık, her yer. Dünyanın tüm geveze insanları kafamın içinde şu an. Konuşup duruyorlar, susmuyorlar.
Odama girip kendimi yatağa bıraktım rahatlamak için ama daha beteri oldu. Daha beteri oldu. Yastıklarım, yatağım bana ait değildi. Gri saç telleri görüyordum ve bu koku, bu koku beni deli ediyordu. Gitmişti işte, daha neyin inadıydı bu? Gitmişti ve evimdeki izleri hala yerli yerindeydi.
Kalkıp nevresimleri çıkardım, kirli sepetine bastım. Bir yerden başlamam gerekiyordu. Önemli biri değildi, benim için alelade birisi için kendimi paralamam gerekmezdi. Hayır, kendimi paralamıyordum. Böyle bir şey yok.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fly til månen
FanfictionDEVAM ETMEYECEK 🌒 "Ay çocuğu... Sen aydan da parlaksın." @Helaryaa Jungkook, iş ve ev hayatında titiz olan biridir. Ona iş teklifi yapan Taehyung ile birlikte hayatı karışır, dağılır, tepetaklak olur. stranger to lovers, obsessive jungkook