"Senin sevdiğin gibi yaptım, hadi ye."
"Canım istemiyor." Hoseok en sonunda bıkmış olmalı ki elindeki yemek çubuklarını bezgin suratı ile masaya bıraktı. Namjoon hyung hala baş ağrısı çekiyor, ayılmaya çalışıyordu. Elindeki kahve bardağı ile karşımdaydı, Hoseok ise yanımda oturuyordu.
Uyuyamamıştım. Tüm gece örümcek ağları dolanmıştı parmaklarıma, dönüp durmuştum olduğum yerde. Şimdi ise Hoseok bana bir şeyler yedirmeye çalışıyordu. Yemek istemiyordum, hiçbir şey istemiyordum.
"Başım çatlıyor."
"Hyung kusura bakma ama başının sadece çatladığına dua et. Ne vardı o kadar içecek?" Namjoon hyung gözlerini kapatıp kaşlarını çattı ve elini Hoseok'a uzatıp garip bir biçimde salladı.
"Lütfen alçak tonlarda konuş, kaldıramıyorum. Neyse, gidip biraz uzanacağım." O odasına giderken ben de kalkmıştım masadan. Yemediğim tabağımı alıp tezgaha koydum.
"İyi misin?"
"Bugün ajansa gideceğim."
"Ne? Senin iznin iki gün sonra bitmiyor muydu? İyi de değilsin üstelik, gitme." Masadaki son şeyleri de toplayıp salona doğru yöneldim. Hoseok da peşimden geliyordu.
"Boş durunca daha iyi olmuyorum. Biraz kafam dağılır." Koltuğa oturup gözlerimi ovdum. Uykusuzluk migrenimi tetikliyordu.
"Peki, nasıl istersen. Bir şeye ihtiyacın olunca ara, tamam mı?"
"Tamam." Hoseok da yanıma kurulduğunda gözlerimi ona çevirdim. Pencereye doğru oturduğu için sabah güneşinin ışıkları yüzüne vuruyordu. Gözleri öyle aydınlıktı ki onu Taehyung'a göstermek istedim. Bir insan güneşe böyle benzeyebilirdi, ben olamazdım.
"Jungkook, onunla tekrar konuşmayı dene. Kırgın, sadece kırgın. Elbet gelecektir."
"Bilmiyorum, denemek istiyorum ama korkuyorum. Ben daha önce böyle şeyler yaşamadım, biliyorsun. Kadınlarla bile aram iyi değil, ona nasıl yaklaşacağım?" Gülümsemesi güneşi kıskandıracak bir biçimde yayıldı dudaklarına. Bir eli ile omzumu ovaladı.
"Biliyorum. Korkuyor olman senin cesaretini kırmamalı, elbette korkacaksın. İtiraf etmek gerekirse bir erkeğe karşı böyle duygular besleyeceğini tahmin bile etmezdim ama bunu da dert etme. Her ne olursa olsun ben senin yanında olacağım. Unutma, olur mu?" Başımı hafifçe salladığımda bana sarıldı. Kollarımı geniş gövdesine sardığımda narin parmakları sırtımda geziniyordu. Hoseok'a sahip olmak, hayatımda iyi olan nadir şeylerdendi. O eşi benzeri olmayan bir dosttu.
"Teşekkür ederim." Geri çekildiğimde gözlerinin dolduğunu fark ettim fakat buna rağmen gülüşü hala oradaydı. Yanımda olması, bana böyle gülüyor olması nefes almamı kolaylaştırıyordu.
Hoseok'a bugün kendimi yormayacağıma dair söz verdim. Eve gitmediğim için duş aldım ve ondan bir şeyler giyip dışarı attım kendimi. Öğleden sonrayı geçiyordu, yemekten yeni dönmüş olmalıydılar. Asansörden çıktığımda kendi odama gitmek yerine önce Jeabum ve Mark'ı görmek istemiştim, onların yanına doğru ilerledim.
"Bay Jeon?"
"Oh, sonunda dönmüşsünüz!" Onlar birden ayaklandığında zoraki de olsa bir gülümseme yerleştirdim dudaklarım üzerine. Bu sersem herifleri dahi özleyeceğimi düşünmezdim, küçücük bir özlem. Jeabum gelip bana sarıldığında afallamama engel olamamıştım ancak bir şey demedim. Tepki de vermedim, sarıldı ve geri çekildi.
"Sadece bir hafta oldu ama sizi çok özledim!"
"Gerçekten mi?" Onlara hiçbir zaman iyi davranmamıştım. Sürekli somurtmuş, laf edip durmuştum. Buna rağmen bana, beni özlediğini söylüyordu. Jeabum sanırım ya delinin tekiydi ya da bir şekilde beni seviyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fly til månen
FanfictionDEVAM ETMEYECEK 🌒 "Ay çocuğu... Sen aydan da parlaksın." @Helaryaa Jungkook, iş ve ev hayatında titiz olan biridir. Ona iş teklifi yapan Taehyung ile birlikte hayatı karışır, dağılır, tepetaklak olur. stranger to lovers, obsessive jungkook