"Dream is destiny."
No Clear Mind - Static
•
Kaç dakika, kaç saniye, kaç salise geçmişti bilmiyordum.
Sadece bedenimin yavaş yavaş tükenme noktasına ulaştığının bilincindeydim. Ateşimin 40 derecenin üstünde olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Kapının çaldığını duydum.
Her şey ağır çekimde ilerleyen bir film gibiydi. Hareket edemiyordum. Gözlerim bile hareket etmiyordu. Öylece, büyük bir külçe gibi yatıyordum. Kapıya vurulduğunu duydum. Fakat kan basıncım yükselmiş olmalıydı. Kulağımdaki uğuldama çok yüksekti ve sesler boğuk geliyordu.
"Yun Min!"
Jackson.
Gelmişti.
Sesindeki endişenin yoğunluğu neredeyse elle tutulur gibiydi. Kendimi zorladım ve bulduğum ufacık bir güç kırıntısına tutunup, yataktan kalkmaya çalıştım. Zorla doğrulup ayaklarım yere değdiğinde tüm bedenim titredi. Üşüyordum ama aslında yanıyordum.
Sahi, yanmak üşütür müydü insanı?
Yıllarca acı ile yanan bir kalp, nasıl olurda bir gün buz tutardı?
"Yun Min-ah!"
Jaebum? Jaebum oppa da gelmişti. O sırada kapının zorlandığını fark ettim. Ağır adımlarla kapıya doğru yürürken ani bir baş dönmesiyle duvara tutundum fakat bu hareketim tutunduğum yerde duran tablonun yere düşmesine neden oldu. Büyük bir gürültü koptu.
Bir saniye süren sessizliğin ardından dış kapı deli gibi yumruklanmaya ve bağırışlar birbirine karışmaya başladı.
Alnımdan akan terleri hissedebiliyordum. Gözüm kararıyordu fakat devam ettim. Kapıya ulaştığımda, kapı koluna sımsıkı tutunup kalan son gücümle aşağı indirdim ve kapıyı açtım.
Gözlerim nefes nefese kalan Jackson'ın gözlerine tutundu. Sesindeki yoğun endişe, gözlerinde daha belirgindi. Bakışları alev alevdi. Gülümsemeye çalıştım, gerçekten çalıştım. Fakat gözümün önüne inen simsiyah perde ve kulaklarımda çarpan kalbim yüzünden bilincimi yitirdim.
Bayılmış olmalıydım.
Kendime gelir gibi olduğumda arabada olduğumuzu fark ettim. Yolları aydınlatan ışıklar arabanın içine düşüyordu şimdi. Gözlerimi kırpıştırıp saçlarımda gezinen elin sahibine baktım. Dişlerini sıkmıştı. Bunu gergin çenesi ve birbirine bastırdığı pembe dudaklarının çizgi halini almasından anlamıştım. Bakışları hızla giden arabanın yanından akıp giden yoldaydı. Elleri gayriihtiyari saçlarımı okşarken, o çok başka diyarlarda gibiydi. Kokusu arabayı doldurmuştu. Başım ise dizlerindeydi. Halsizdim. Bilincimi kaybetmek üzere olduğumun da farkındaydım.
Neden buradaydı?
Nasıl buradaydı?
Beynimde dönüp duran bu düşünceler, şimdi kocaman bir kasırga oluşturmuştu. Diğer tüm düşünceleri içine çekerek kocaman birer düşünce karmaşası yaratmıştı.
O sırada gözleri bana döndü. Ona diktiğim bakışlarımı karşıladı ve zaten iri olan gözleri daha da büyüdü. Elleri yüzümü buldu. "Yun Min-ah, sakın uyuma!"
Gülmeye çalıştım. Dudaklarım çölde kalmış toprak gibiydi, kupkuru. Nefesim boğazımdan geçtiği yerleri yakıyordu. Öksürmek istedim. Öksürdüm de. Küçük bir öksürük nöbetinin ardından, dudağımın kenarından akan sıcak bir damla hissettim.