"If I could take your hand, oh.
If you could understand...
That I can barely breath the air is thin,
I fear the fall and where we'll land."Tamer - Beautiful Crime
•
Kurşun bir kalemin, kağıt üzerinde çıkardığı ses doldu kulaklarıma. Sonra camı döven damlaların güçsüz sesi. Kirpiklerim, gözlerimin açılmasını istemiyormuş gibi kenetlenmişti birbirine.
Bir çekmecenin açılıp kapanma sesi, ardından sandalyenin itilmesi ve onu takip eden ayak sesleri ilişti sonra. Yattığım yatak hafifçe gıcırdadı, yan tarafımda bir hareketlilik oldu. O an aldım kokusunu. Şimdi yine ormanda kaybolmuşum hissi veren o kokuya dönmüştü tekrar. Hafifçe araladım kirpiklerimi. Yanıma oturmuş, başını omzuna doğru yatırmış bana bakıyordu. Bakışları kederliydi.
Her şey bir anda aklıma doluştu.
Beynim acil durum sireni çalınmış bir ülke gibi kaosa sürüklenirken, bedenim yavaşça yattığı yerden doğruldu.
Bacaklarımı toplayıp battaniyenin üstünde ellerimi birleştirdim. Saçlarım yüzüme dökülüyordu, umursamadım. Başımı kaldırıp ona baktım.
Bakışları canımı yakıyordu. Sanki biraz sonra kötü bir şey olacak gibi hissettiriyordu. Huzursuzdum. Yatay durumdaki yastığı kaldırıp yatak başlığına dayadı. Ardından ayaklarını yatağa çıkarıp sırt kısmına yaslandı. Bana bakmıyordu şimdi. Bakışlarımı ondan çevirdim. Battaniye ile oynayan ellerime indirdim.
"Söyleyin lütfen."
Dudaklarımdan dökülen kelimeler bilincimin dışındaydı.
"Neyi söyleyeyim, Yun Min?"
Yutkundum. "Bir şey söyleyecekmiş gibi bakıyorsunuz, söyleyin."
"Haklısın, söylemek istediklerim var. Bir çok şey söylemek istiyorum fakat bildiğim hiçbir dilde söyleyeceklerimi karşılayacak bir kelime bulamıyorum."
Ona döndüm. Bana bakıyordu şimdi. Anlatmak istiyordu. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Gözlerindeki ifadeden ruhunun anlatamadığı şeylerle sancıdığını görüyordum. Hatta öyle net görüyordum ki, gözleri aynaya bakmışım gibi hissettiriyordu.
Dizlerimin üstüne doğru kaydım yatakta. Ona doğru yaklaştım. Yağmur hızlanmıştı şimdi, damlalar cama öyle bir saldırıyordu ki, o camı kırıp bize ulaşmaları gerekiyordu sanki.
"Konuşmadan anlatmanın bir yolunu bulamaz mısınız?"
Jackson gülümsedi. O gülünce birden güneş açtı ruhum. Karanlığı dağıldı, geriye rengarenk bahçeler kaldı.
"Bir yolu var ama... O yolu kullanabilecek kadar cesaretli bir adam değilim ben."
Başımı öne eğdim. Ona baktığımda gördüğüm insanı görseydi, dünyayı hatta evreni fethedebilirdi belki.
"Keşke size benim gözümden bakabilseydiniz..." diye fısıldadım.
Hafifçe doğruldu. "Efendim?"
Başımı kaldırdım, sertçe yutkunup gülümsedim. "Bir şey demedim."
Bana yaklaştı. Şimdi aramızda çok az bir mesafe vardı. Eli yüzüme düşen saçlarımı düzeltti, yüzümü açığa çıkardı. Gözleri yüzümde gezindi usulca. Canı yanıyor gibiydi. Gözlerinde acı çeken bir adamın ifadesi vardı, aynaya baktığımda kendi gözlerimde gördüğüm kadına benziyordu.