11. Bölüm: Küçük Çocuğun Dondurması

11 3 0
                                    

Katilimin bileğime yapışmış pençesi beni kendisiyle beraber sürüklüyordu. Onun suratındaki ürkütücü ifadeden mi yoksa benim az önceki tacizci herife yaptığım şeyi gördüklerinden mi bilmiyorum ama herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Bardaki kafası güzel tüm o insanlar bir anda geçmemiz için ufak bir yok açmıştı. Kendimi düğünde başka bir adam tarafınfan kaçırılan gelin gibi hissediyordum.

Sonunda o lanet yerden çıktığımızda kolumu bırakıp duvara fırlattı beni. Sırtımın acısıyla suratımı buruşturdum. Gözlerindeki öfke siyahlarının içinden gülümseyerek bana bakıyordu.

Yaklaştı. Yaklaştı. Yaklaştı.

Tekrar boğazıma yapışacak ve bu sefer başladığı işi bitirecek sandım. Ondan bir nebze olsun uzaklaşmak için duvarla bütünleşmiştim.

"Ne bok yedin sen!" diye bağırdı ondan hiç duymadığım kadar yüksek bir sesle.

"Bana bak!" Çenemden sertçe tuttu ve gözlerine çıkardı bakışlarımı. Bu halinden korkmam gerekiyordu belki ama... Korkmuyordum.

"O piç kurusunun önünde, herifi dondurdun anasını satayım! Başıma nasıl bir bela oldun farkında mısın?"

Değildim. Farkında olduğum şey sinirlenince küfür etmesiydi. Ve cevap vermemem onu daha da sinirlendiriyordu.

"Cevap ver bana! Nedir bu tanımadığın kadınları kurtarma sevdan? Neden yaptın bunu?" diye kükremeye devam etti.

"Çünkü tecavüze uğramanın ne kadar berbat bir şey olduğunu biliyorum!"

Durdu.

Bana yasladığı bedenini geri çekti.

Öyle bir bakışı vardı ki...

Sanki o küçük bir çocuktu ve ben elinden dondurmasını almıştım.

Birden eli, elimi kavrayınca şaşkınlıkla ona baktım. İlk defa bileğim, kolum veya saçım yerine elimi tutuyordu. Siniri bir nebze dinmiş gibiydi. Arabaya gelene kadar elimi bir an olsun bırakmadı.

Arabaya bindiğimizde gaza aniden yüklenmişti. Parmaklarını ritmik bir şekilde direksiyona vuruyordu. Kendini yatıştırmaya çalıştığı her halinden belliydi.

"Yavaşla biraz." diye uyardım hız ibresi iki yüzlere yaklaşırken. Herzamanki gibi beni yok saydı.

"O adam kimdi?" diye sordum. Pislik heriften bahsediyordum.

"Yaptığın şovdan sonra peşine düşecek amcıklardan sadece biri." dedi. Sinirli değildi ama sesindeki gerginlik hissediliyordu.

O adamı nasıl durdurduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece istemiştim ve olmuştu. Tıpkı katilimi, ilk karşılaştığımız gece, o kadını öldürecekken durdurduğum gibi... Her şey o kadar saçma ve olağandışıydı ki artık sorgulamıyordum.

"Neden o adamdan bu kadar..." Doğru kelimeyi bulamadığım için duraksadım. "Çekiniyorsun?"

Çekiniyorsun dediğim anda çattı kaşlarını. Sanırım doğru kelimeyi seçememiştim. Cevap vermedi. Gözleri yoldaydı. Kolumu cama dayamış önünden hızla geçtiğimiz binaları ve ağaçları izliyordum.

Uzun bir süre sonra hiç beklemediğim anda konuştu.

"Çünkü artık yalnız değilim."

¤

Uzunca bir yolculuktan sonra büyük bir binanın önünde durmuştuk. Arabadan inince bir otele geldiğimizi anladım. Dönen kapıdan içeri girip hızlı adımlarla resepsiyona doğru ilerledi.

"Hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?" dedi resepsiyondaki genç bayan. Katilimi baştan aşağıya albeniyle süzüşü gözümden kaçmamıştı. Ben de burdayım dercesine daha çok sokuldum yanımdaki adama. Kadın beni sonradan fark etmiş olacak ki yüzü birden düştü.

"Çift kişilik bir oda." dedi katilim kabaca. Kadının ona olan bakışları umrunda gibi durmuyordu. Birkaç işlemden sonra sonunda anahtarı almış ve asansöre binmiştik.

Bu kadar kısıtlı bir alanda onunla baş başa olmak garip hissettirmişti.

"Neden buradayız?" diye sordum dayanamayarak.

"Artık o evde kalamayız." dedi düz sesiyle.

Şaşırtıcı bir şekilde sorularıma cevap falan veriyordu. Benimle iletişim kuruyordu. Tam ağzımı açmış bir soru daha soracakken tekrar konuştu.

"Seni o adama vermemi istemiyorsan sesini kes."

İletişim demiştim değil mi? Halt etmişim. Çocuk korkutuyordu sanki.

Odaya geldiğimizde kartı okutup kapıyı açtı. Küçük bir odaydı. Odanın ortasındaki geniş yatak tüm alanı kaplıyordu. Yatağın tam karşısında duvara montelenmiş bir televizyon, yanında ise bordo kumaşlı eski tarz bir koltuk vardı.

İçeri girer girmez pencereye doğru gidip perdeleri kapatmıştı. Daha sonra televizyonun fişini prizden çıkartıp yatağa uzandı. Bu televizyonu açarsan kafanı kopartırım demekti. Televizyonla ne derdi vardı bu adamın?

Ayaklarımdaki sızının kaynağını bulup hızlıca çıkarttım topukluları. O gözlerini kapatmış koca yatağa yayılırken ben koltuğa gidip oturdum. Uyumayı çok seviyordu. Bulunduğu her ortamda uyuyabilecek kapasite vardı onda.

Yorgunluğa daha fazla dayanamayan bedenimi dinleyerek koltuğa uzandım. Tam mayışmışken uykulu sesiyle mırıldandı.

Ne söylediğini düşünüyorsunuz?

Gel, yanımda yat?

Koca yatak ikimizde sığarız?

Koltukta rahat edemezsin, her yerin tutulur?

Tabii ki bunlardan hiçbiri değil.

"Lambayı söndür, uyuyamıyorum."

Küfrederek kalktım uzandığım yerden. Bıçak saplamak yerine dilini mi kesseydim? Lambayı söndürüp tam koltuğa doğru ilerlerken olduğum yerde 180 derece döndüm. Neden ben koltukta uyuyordum ki?

Yatağa girip yanına uzanmamla gözlerini araladı. Karanlıkta yüzünü zar zor seçebiliyordum ama siyahlarının beni süzdüğünü hissediyordum.

"İyi uykular." diye mırıldandım garip sessizliği bozmak adına.

Sanki konuşsa çok şey söylecek gibiydi ama konuşmadı. Sadece kafasını salladı aşağı yukarı.

Gözlerini kapadı. Gözlerimi kapadım.

O, onun kokusu, onun sıcaklığı, ona ait olan her şey çevrelemişti bedenimi. Bundan daha iyi bir uyku olabilir miydi?

Açelya KatiliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin