Buraya ilk geldiğim zamanlar geceleri hiç uyuyamamıştım. Ekibe alınan ilk üye olduğumdan o altı kişilik oda gözümde daha da büyür büyür ve çok korkunç bir hal alır, beni yutacakmış gibi hissederim. Büyüdükçe ve bir şeylerin farkına vardıkça aslında bunun gerçekten çok saçma bir düşünce olduğunu fark ediyordum. Ama o zamanlar küçük bedenim yatağın bir köşesine çekilir, dizlerimi karnıma çeker, kollarımı da bacaklarıma sarar ve yatağımın çaprazındaki pencereden güneşin doğuşunu izlerdim. Bir senem böyle geçmişti ve o bir sene boyunca yalnızlığın gerçekte ne demek olduğunu öğrenmiştim. Çok küçük olsam da bir ailem yoktu ya da geride bıraktığım biri, hatta bir kaç ay öncesini bile hatırlamıyordum. Götürülüp de o odaya koyulduğum andan öncesi hafızamda yoktu. Anı yoktu, aile yoktu, özlem yoktu, o yüzden bir yıl boyunca içime sinen şeyler sadece odanın kokusu ve yalnızlıktı. Şimdi de tuvaletteki kabinlerden birine çökmüş çocukluğumda ki gibi kollarımı bacaklarıma sarmıştım. Gözlerim kapalıydı. Ne kadar burada kaldığımı bilmiyordum ama tam kalkacağım sırada karnıma ağrılar giriyor ve ben yerde oturmaya devam ediyordum. Oraya gitmenin canımı daha çok yakacağını biliyordum ama canım daha ne kadar yanabilirdi ki? Artık gitmem gerekti fakat ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Gerçekten aşk çok tehlikeliydi, ben bu ekibin lideriydim, en güçlüleriydim, en korkusuzlarıydım ama aşık olduğum adyam yüzünden tüm gücüm emilmiş gibi hissediyordum. Tekrar ağlayacakmış gibi hissetsem de tuvaletin sertçe açılan kapısı irkilmeme sebep oldu ve hızla yerden kalktım. Sifonu çekip düşünmeden kendimi tuvaletten dışarı attım. Tüm içtenliğimle diyordum ki tuvalete gelenin Jongin olma ihtimali aklımın ucundan bile geçmemişti o an. Fakat o karşımda kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Bir kaç saniye gözlerim gözlerinde takılı kalsa da daha fazlasına izin veremezdim, yanından geçerek lavaboya yöneldim."Neredeydin yarım saattir?"dedi tam yanından geçerken. Bir an ayaklarımın bana karşı bir oyun oynayıp duracağımı zannettim. Öyle olmadı neyseki.
"Gördüğün üzere buradaydım."
"Yarım saattir tuvalette ne yapıyordun?" Bu kadar çok soru sorması gerilmeme sebep oldu ama o kim oluyordu da bana hesap soruyordu.
"Neden soruyorsun?"dedim sesimin sert çıkmasına engel olamayarak. Gözlerini devirdi ve o da benimki gibi sert bir ses tonuyla "Ekibimizin lideri sensin ve lider olmadan toplantıya başlayamayız yani yarım saattir seni bekliyoruz."
Hafifçe sırıttım ve ellerimi peçeteyle kurularken tamamiyle ona dönüp boş boş suratına baktım. Aslında aklımda o an sorular dönüp duruyordu. Beni aramaya neden Shiyoon gelmemişti? Beni merak edip benim için endişelenen ilk kişi her zaman o olurdu genelde. Peki Jongin neden gelmişti? Bu soruları sormamak için dilimi ısırdım çünkü meraklı yanım her an ağır basabilir ve ben çenemi tutamayabilirdim. O yüzden yüzümü ifadesiz tutarak başımı salladım ve elimdeki peçeteyi çöp kutusuna atmak için ilerledim. Başımı eğdiğim an gözlerim ister istemez yüzükle çarpıştı ve sanki yüzüğü ilk defa görüyormuş gibi hissettim. Sanırım o yüzüğü görmeye asla alışamayacaktım. Boğazımın tıkanmasını umursamadan konuşmaya başlayacaktım ki o benden önce davrandı.
"Saçların..." dedikten sonra boğazını temizledi. "Yakışmış."
Anında gözlerim yanmaya başlarken arkamın ona dönük olmasına şükrediyordum. Ben saçlarımı onun dokunuşlarını silmemek için uzatmıştım. Şimdi o benim saçlarımı değil de nişanlısının saçlarını mı okşayacaktı artık? Kalbimi yakan ateş körüklendi. Titrek bir nefes çektim. Biraz bekledikten sonra içimde fırtınalar kopsa da sesimi ifadesiz tuttum. "Hadi gidelim." Kapıyı açıp tuvaletten çıktım.
Avukat Kim Kai'ye ait hiçbir şeyi sevmemiştim. Saçlarını sevmemiştim, yeni tarzını sevmemiştim, bakışlarını sevmemiştim, en çokta bana olan tavrını. Gerçekten, beni hiç mi sevmemişti ? Hiç mi aklına gelmemiştim acaba ayrı kaldığımız zamanlarda? Bu soruların cevabını asla alamayacaktım. Zaten bunları ona sormam imkansızdı. Sanki sorduklarımın cevapları canımı daha çok yakacakmış gibi hissediyordum, bence haklıydım da. Bulunduğumuz durumun içine bakılırsa sorduğum sorunun cevapları benim açımdan iyi olamazdı. Eğer o soruların cevapları benim açımdan iyi olacak olsaydı şu an bu halde olmazdık. O yüzden bu soruları ona asla sormayacaktım. Tuvaletten çıktığımız an hem sağımızda hem de solumuzda uzun ve geniş iki koridor vardı. Sağa doğru dönerek ilerlemeye başladım. Şu an bulunduğumuz yer kıdemlilerin bulunduğu, genelde önemli toplantıların yapıldığı ve normal asistanların çalıştığı küçük tesisti. Burasıyla beraber 3 toplam üç tesis vardı. Burası 4 katlıydı. Giriş katında sadece halk ve ilişkiler bölümü vardı. İkinci ve üçüncü kat normal çalışanlara aitti. Dördüncü katta ise 5 kıdemlinin odasıyla bir tane de toplantı odası vardı. Asansörün önüne doğru yaklaştığımda asansöre binemeyeceğimi fark ettim. Jongin ile bir dakika boyunca orada tıkılı kalmayı göze alamazdım. 4 kat merdiveni bu hızda çıkmakta istemiyorum o yüzden gücümü birazcık dışarı sızdırıp koştum. Saçlarım anında geriye doğru uçuşurken toplantı odasına ait kapının önündeyim şimdi. Arkama baktığımda Jongin'i göremedim. Bundan faydalanarak kapıyı tıklatmak için elimi kaldırdığımda elim havada asılı kaldı. Bir an bunu yapmak ve yapmamak arasında kaldım. O çalan telefonu açmak ne kadar zor gelmişse o zaman, şu anda da bu kapıyı tıklatmak zor geliyordu bana. İfadesiz yüzüm değişerek endişeli bir ifadeye sarındı ama hislerimin aksine bu sefer gücümü içimde tutuyordum. Derince bir nefes aldığım an burada geçirdiğim zamanlarım zihnime dolmaya başladı ve ben engel olamadım. Sadece gözlerimi sıkıca kapatıp anı dalgasına çokta kapılıp daha ilk seferde boğulmamaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Loneliness at the Sunset • SeKai
Hayran KurguHT-0 Zorlu bir sınav sonucu ailelerden alınmış küçük yaştaki zeki çocukların, deneyler sonucu onlara doğaüstü güçler verdikten sonra belli başlı testler ve eğitimlerden geçerek oluşturduğu gizli SsinW örgütünün ilk ve tek HT ekibidir. SeKai kitabıd...