|Tanrı'ya inanıyorum.
Klasik bir müzik açarak yataktan çıkıp ılık bir banyo eşliğinde tüm bu olanları düşünürken yüzünü avuçları arasına hapsederek dudakları arasındaki antidepresan yutup gözlerini kapattı. Annesi onun her şeyiydi, belki de tüm varlığı. En değerli varlığı, fakat artık yoktu. Babasının ölümünden uzun süre sonra o da kendisini terk etmişti. Her zaman oldukça yalnız ve sessiz bir adamdı Taehyung. Sahte kalabalıkların arasında kaybolmaktan, ucuz sohbetlerden nefret ediyordu. Tanıdığı ve bir zamanlar en güzel gülümsemesini sunup tanıştığı insanların zamanla gerçek yüzlerini göstermelerine şahit olmak istemiyordu. Sıcak su bedeninin her bir zerresindeydi elbet fakat keşke o su bedeninden içeri akıp zihnini uyuştursaydı. Olanları unutmak istiyordu. Teselliler hep aynıydı.
Onunla çok güzel ilgilendiniz.
Mutlu bir şekilde gözlerini kapattı.
Elinden gelen her şeyi yaptın Taehyung.
İçi boş ve canlılığını kaybetmiş sözler... Eğer gerçekten tek birinin kendisini teselli ederken gözlerinde görebileceği bir parlaklık olsaydı bu sözlerin samimiyetine inanabilirdi.
Banyo düşüncelerini serbest bırakıp boğulmasına neden olduğu anda hızla sudan çıkarak bornozu gelişigüzel giyinip çıkmıştı.
Eline aldığı tablette gündemi okurken gözleri bir yere takıldı.
"Ünlü piyanist Kim Taehyung uzun süredir gözlere görünmüyor. Genç piyanist Kim Şirketleri'nin yöneticisi olan annesinin vefatından sonra toparlayamadı. Kim, hâlâ kariyerine devam ederken abisi Kim Namjoon şirketin başında işleri kaldığı yerden sürdürüyor."
Taehyung sesli bir şekilde haberi okurken sinirle elindeki tableti koltuğa atarak mutfağa yönelmişti.
"Ne haber ama!"
Hazırladığı tostu yerken bir yandan da filtre kahvesini hazırlıyordu.
Kim Taehyung sadece bir piyanist olarak, başarılarıyla yeni albümleriyle anılmak isterken en çok vurgulandığı şey ona kalan mirastı. Eğer elinden gelseydi tüm bu konuşmaları yapan insanlarla yüz yüze konuşarak hayallerini anlatmak olurdu. Düşüncelerinin imkânsızlığıyla yüzüne buruk bit tebessüm düşmüştü.
Abisi Namjoon onu anlıyordu ve şirketi elinden geldiğince tek başına yönetmeye çalışıyor, o ağır sorumluluğu omuzlarında taşımaya gayret gösteriyordu. Taehyung'a ise şirketten elde ettiği kâr sadece banka hesabında birkaç sayının etkilenmesine olanak gösterip evinde çalışmalar yapıyordu.
Aylardır konserlerini iptal edip, hayranlarını hâyâl kırıklığına uğratmıştı.
Bu yüzden menejeri Yoongi'ye bir hafta sonra Seoul Sanat Merkezi'nde düzenlenecek konser için hazırlıklara başlaması gerektiği hakkında kısa bir mesaj çekerek şehrin ayaklarının altında olduğu cam duvarların yanına giderek Stefan Zweig'ın modern klasikler dizisinden bir hikayesini kahve eşliğinde okumaya başlamıştı.
Taehyung'un hayatı bundan ibaretti.
Yeni notalar keşfetmek, piyano çalmak ve kitap okumak.
Bazen de yeni yerler aramaktı.
Hayatından memnundu. İnsanların hâyalini kurduğu bir hayata sahipti.
Bazı pürüzler haricinde.
-
"Bana vurmaya devam edeceksen e-elinde kalacağım."
Karın boşluğuna bir tekme daha aldığında ağzında hissettiği metal tatla yüzünü buruşturarak öksürmeye başlamıştı.
"Kardeşimden uzak dur, piç."
“Kardeşine bir şey yapmadım. Yalnızca-yalnızca oyun oynadık.”
"Tanrım, Martin kan kusuyor, gitmeliyiz."
Yandaşı sinirli genci kolundan tutarak çekiştiriyordu. Martin, hırsla dövdüğü bedenden uzaklaşarak hızla ters istikamete doğru koşuşturmaya başlarken Jungkook ise ayağa kalkmaya çalışarak sırtını sıcak duvara yaslayıp gözlerini kapatmıştı.
Anlaşılan bugün yemek yiyemeycek ve en önemlisi de Watson'dan hikâyenin devamını dinleyemeyecekti.
Bu durum kendisi için büyük bir hâyâl kırıklığıydı.
-
"Daha iyi misin Jungkook?"
"Sen bir de onları gör, amca."
"Jungkook, hâlâ komedi peşindesin. Bu durumda bile."
"Hayat bir film değil mi zaten? Olayları dramatize etmeyi pek sevmem doğrusu."
Büyük olan, küçüğün bilmiş tavrına karşın kıkırdayarak saçlarını karıştırdığında çok geçmeden küçük tarafından minik bir kahkaha bahşedilmişti kulaklarına.
"Eşim senin için bir şeyler bulmuş."
Yaşlı adam elindeki poşeti küçük olana uzattığında Jungkook heyecanla alıp adama bakmıştı.
"Bakayım mı?"
"Sana verdiğime göre?"
"Haklısın."
Beyaz tenli hızlı bir şekilde poşeti açtığında gördüğü kıyafetlerle gülümsemişti.
Kendisi için içinden bir kaç parça kıyafet seçerek- mont, pantolon, kazak ve iç çamaşırı-
Poşetteki fazla kıyafetleri adama tekrar uzatmıştı.
"Teşekkür ederim, bu kadarı yeterli amca."
"Neden bunları veriyorsun?"
"Balzac'i bilir misin?"
"Hayır."
"Birkaç hafta öncesine kadar ben de tanımıyordum. Ünlü bir yazar. Ondan öğrendiğim bir söz var;
'Ayakkabılarım olmadığı için üzülürdüm, ta ki sokakta ayakları olmayan adamı görene kadar. ' demişti. Yani bunlar benim için olabildiğince yeterli."
"Jungkook, umarım bir gün tüm hayâllerine kavuşursun."
"Aslında şu an ki tek hayalim temiz kıyafetlerdi."
"Ne yani başka hayalin yok mu?"
"Var tabii, ancak onları ikinci hayatıma sakladım. Tanrı'ya inanıyorum."
"Bu akşam bize gelsene, beraber yemek yeriz."
"Teşekkür ederim ancak işlerim var."
"Ne gibi?"
"Yarın Hoseok'un doğum günüymüş. Onun için kafesinin etrafını iyice temizleyeceğim."
"Tüm gece mi yani?"
"Ah, hayır tabii ki. Daha sonra Ramyun'a sözüm var. Onu merkeze götüreceğim."
"Ramyun kim?"
"Benimle arkadaş olan bir kedi."
Yaşlı adam artık Jungkook'un bu garip hallerine alışıktı.
Bildiği bir şey vardı ki bu çocuk bir deliden daha fazlasıydı.
-
Yavaş yavaş giriş yapıyoruz.
Diğer bölümde olacakları merakla bekleyin.
Mavi kalın güvercinler💙🕊️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the pianist 'tk ✓
Fanfictionİnsanların kısa süreliğine kullandığı bu sokaklar, Jeon Jeongguk'un eviydi. başlangıç: 04.11.2018 bitiş: 30.11.2020