|Ağlama olur mu?
"Bazen sanki karşılıklı iki kapısı olan bir odadaymışız gibi hissediyorum, ikimiz de kendi kapı kolumuzu tutuyoruz ve birbirimizin göz kırpmasıyla diğeri hemen kendi kapısının arkasına geçmiş oluyor bile. Hele birisi diğerine bir söz söyleyecek olsa, diğeri kapıyı kapatmış ve çoktan gözden kaybolmuş oluyor. Birisi kapıyı tekrar açmak durumunda, çünkü bu kimsenin terk edemeyeceği bir oda. Birincisi diğerine benzemese bu kadar, sakin olabilse, diğeriyle ilgileniyormuş gibi davransa, o zaman odada yavaş yavaş düzeni sağlayacak. Ama bunun yerine o kapıda aynı şeyleri tekrar etmeyi sürdürüyor, hatta her ikisi de bazen aynı anda kapının arkasında duruyor ve güzelim oda boş kalıyor."
Esmer, omzuna yaslanmış kucağındaki gencin boynundan ufak bir öpücük çalarak okuduğu kitabı yavaşça kapattı. Küçük olanın sakin solukları zihninin en değerli kısımlarında yer edinirken geriye doğru çekilip bedenini kucağına aldı.
Çok şey yaşanmıştı, aradan çok zaman geçmişti ancak Jeongguk henüz yeni toparlamaya başlamıştı.
Neredeyse bir ay boyunca tek bir kelime dahi etmeden odaya kendini kilitlemiş ve bir deniz yıldızı gibi kopan parçasının yeniden var olmasını beklemişti, ancak Jeongguk'un hesaba katmadığı bir şey vardı, o insandı. Kopan parçalar yenilenemez, eskisinden daha sağlam bir uzuv elde edemezdi. Onun tek çaresi sadece kopan parçasının eksikliğini daha fazla hissetmemek için onu hissettiği en güçlü duygusuyla, aşkla unutturabilmekti. İnsan her duruma ve olguya alışabilecek bir varlıktı. İmkânzlıklar olağan olduğu anda bile kendini toparlama yeteneğine sahipti.
Ancak toparlama denilen bu süreç kimi insan için bir ayken kimisi için de bir yıllık bir süreydi, eh Jeongguk pembe bulutlar üzerinde büyütülmüş bir çocuk değildi.
Düştüğü an kendi elleriyle ayağa kalkmış, tekme yediğinde "ben daha güçlüyüm" diye bağırmıştı.
Aç kaldığı zamanlarda sürekli olarak bir lokma daha yemesi, için peşinde koşuşturan bir anneye, zor zamanlarında omzunu patpatlayıp "evlat, sen her şeyin üstesinden gelebilirsin" diyebilen bir babaya sahip olmamıştı.
Bu yüzden pisliğin ve kirin mesken tuttuğu o çöp konteynerında hayata veda etmesi için soğukta, kimsesizliğe terk edilen bir çocuk çabuk toparlardı. Çok ağır şeyler yaşamıştı Jeongguk. Onun gibi belki de milyonlarca insan daha ağır şeyler yaşıyordu.
Eh, Tanrı hâllerine üzülmüş olsa gerek onlara çabuk toparlama yeteneğini mi bahşetmişti, yoksa bu yeteneği hayat mı onlara "tecrübe" adı altında bir hediye sunmuştu bilinmez...
Ancak bildiği bir şey vardı ki, her ânında yalnız kalmıştı, kimsesizdi.
Sadece Taehyung olmuştu hayatında, bir tek o sevmişti kendisini.
Toparlayacaktı, zorundaydı çünkü.
Her gece saatlerce başında bekleyen, fazlasıyla korktuğu için evdeki tüm kesici aletleri toplayan sürekli olarak nefesini kontrol eden, saatlerce kendisine kitap okuyan ve en sevdiği parçaları piyanosunun o sihirli dokunuşlarına teslim eden Taehyung için bunu yapmak zorundaydı.
O günden sonra bir daha annesinden haber gelmemişti. Bunu Taehyung'un kendi iyiliği için yaptığını bildiğinden hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmeye çalışmıştı.
Uyku ve uyanıklık arasındaki o ince çizgide boynuna kondurulan öpücüklerin sahibinin o muhteşem kokusu burnuna dolduğunda burukça tebessüm ederek gözlerini odanın karanlığına doğru açtı. Tam anlamıyla uyanmış değildi. Üzerindeki mahmurluk birine sarılma ihtiyacına kendini iterken kollarını yanındaki bedenin boyunda birleştirerek, esmeri üzerine alıp başını kaldırdı.
"Uyandırdım sanırım, üzgünüm."
"Hayır, tam anlamıyla uyumamıştım sorun değil."
Taehyung tedirginlikle üzerinden kalkmaya yeltenirken duyduğu cümleyle gözlerini tekrar birleştirdi.
"Gitme."
Küçük olanın gözleri bir süre sonra karanlığa alıştığında dolu gözlerini esmerin kendisine nazaran iri olan gözleryle buluşturdu.
Kısa süre sonra ağlmaya başladığında Taehyung da dayanamayarak omzuna göz yaşlarını hediye etmişti.
Jeongguk'un ağladığı hiçbir an dünyada bahar olamaz, çocuklar mutlulukla kahkaha atamaz, küçüğün en sevdiği balonlar özgürce bulutların arasında koşuşturamazdı.
Çünkü Jeongguk dünyanın tüm çocukları, en umut dolu kalplerinde gizli hayâlleriydi. Baharın en güzel çiçeği, kışın en ılık rüzgarıydı.
Jeongguk Taehyung'un dünyasıydı.
"Ağlama. Lütfen ağlama."
Taehyung çaresiz bir şekilde peşi peşine gelen incilerini parmak uçlarıyla ortadan kaldırmaya çalışırken küçük olan, kendisi gibi umutsuz ve yaralı biri için büyüğünün ne kadar acı çektiğini fark etti.
Bu ilk fark edişi değildi, Jeongguk hep yaralıydı ve Taehyung her zaman elindeki sargı bezleriyle yanı başındaydı. Hak etmiyordu Taehyung kadar muhteşem bir insan şüphesiz kendisi gibi birini hak ediyordu.
"Ağlamayacağım, eğer susarsan ağlamam."
Jeongguk şartını koşarken istemsizce dudaklarına kapanarak dudaklarını susturdu.
Ruhları konuşmalı, karışmalıydı birbirne.
Teni kendi yeni olmalı göz yaşları kendi kalplerinden bir yol çizmeliydi umut dolu hâyâllerine.
Tıpkı masallarda ki gibi birer deniz adamları olup göz yaşları inciye dönüşmeliydi. Gerçek birer inciye.
"Ah Taehyung, göz yaşların sadece mutluktan akmalı. Ağlama olur mu?"
-
Uzun bir aradan sonra selam🙈
Bölüm nasıldı?
Paslanmışım biraz, üzgünüm✨
Sizi seviyorum güvercinler, mavi kalın💙🦋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the pianist 'tk ✓
Fanfictionİnsanların kısa süreliğine kullandığı bu sokaklar, Jeon Jeongguk'un eviydi. başlangıç: 04.11.2018 bitiş: 30.11.2020